Kulak kirinin anlattıkları


Ruhumun derinliklerine işleyen eski bir tapınak duvar yazıtı “Dünyada herkesin anlatacak bir öyküsü vardır.” diyordu. Kulak kiriyle öğrendiklerim, o satırları zihnimde yeniden yankıladı.

Yanlış okumadınız: Kulak kiri… Bu yazı; kulak kanalımızdan salgılanan, sarı-kahverengi, nemli, yapışkan, “sevimsiz” kulak kirinin anlatılarından oluşuyor.

***

Japon doktorlar, 1930’lu yıllarda kulak kiri ile vücut kokusu arasında bir ilişki olduğunu gözlemlediler. 2002’de Tomita ve arkadaşları kulak kirini kodlayan genlerin 16. kromozomda olduğunu belirledi. 2006’da Yoshiura ve arkadaşları kulak kiriyle ilişkili ABCC11 genini tanımladılar ve nükleotid dizisini ortaya koydular.

Genetiğe biraz yabancı olanlar için hatırlatalım: Vücudumuzda trilyonlarca hücrenin her birinin çekirdeğinde, bedenimizin “kurulum ve işletme kılavuzu” diyebileceğimiz bir gen kitaplığı (genom) vardır. Bu kitaplıklarda 23’ü anne, 23’ü babadan gelen 23 çift devasa kitap (kromozom) ve her bir kitapta ortalama bin kadar konu başlığı (gen) vardır. Anneden ve babadan gelen kitap eşlerinin -cinsiyetle ilgili biri dışında- aynı sayfalarında aynı konular işlenir. Bazen bire bir aynıdır, bazen de farklılıklar vardır (alel). Bu kitap dört harften (nükleotid bazları) oluşan bir alfabeyle, üçer harflik kelimeler (kodon) şeklinde yazılmıştır.

Yoshiura ve arkadaşları aynı zamanda ABCC11 konulu sayfanın 538. harfindeki (evet tek bir harfteki) değişikliğin insanları kulak kiri açısından ikiye ayırdığını da buldu. Söz konusu harf G (guanin) ise kulak kanalında sarıdan kahverengine değişen, nemli, yapışkan bir kir oluşuyor; ama bu harf A (adenin) ise dış kulak yolunda kuru, gri, pulsu deri döküntülerinden başka bir şey saptanmıyordu.

Sıra Japonların 30’lu yıllardan beri yaptıkları gözleme gelmişti. Vücudu kokanlarla kokmayanların ABCC11 genine baktılar. Sonuç açıktı: Tipik kulak kiri olan yani 538. harfi G olanların vücutları kokuyor ama kulakları bildik şekilde kirlenmeyen A harfliler kokmuyordu.

***

Kulak kiri ve vücut kokusu ilişkisi, insana ister istemez “ne alaka?” dedirtiyor.

Yanıt ter bezlerinde: İnsanda kabaca iki tür ter bezi vardır. İlki neredeyse vücudumuzun her yerinde yaygın olarak bulunan ve temel işlevi -suyu buharlaştırarak- serinletme olan “ekrin” ter bezleri. Diğeri ise -ergenlik sonrası işlevsel hale geçen- daha çok koltukaltı, anüs ve cinsel organ civarıyla meme başı ve çevresindeki daha sınırlı sayıda “apokrin” bezler.

Ekrin bezler sulu ter üretirken, apokrin bezler yağ ve proteinden zengin daha koyu bir ter üretir. Apokrin bezlerin yağ ve proteinden zengin oluşu bakterilere beslenme fırsatı yaratıp atık ve koku oluşturmalarına neden olur.

Kulak kanalımızda, tipik kulak kirine neden olan bezler de Apokrin bezlerdir. Dahası, ABCC11 genindeki tek harf değişikliği, yalnız kulağımızı değil, vücudumuzdaki tüm apokrin bezlerin işlevlerini de etkilemektedir.

Şayet bir insanın hem anne, hem babasından gelen 538. harf A ise, yani birey AA ise apokrin bezlerinden ter üretimi azalıyor. Hem kulakları kuru kalıyor, hem de vücutlarının kokması ihtimali çok düşüyor. Hem anne, hem babadan gelen harf G ise yani birey GG ise büyük ihtimalle kulak kiri ve vücudunun kokma potansiyeli olacaktır. Ama birinden G, diğerinden A almışsa, gruplardan birine girme olasılığı yüzde elli kadardır.

ABCC11 geninin apokrin bezler dolayısıyla ifade edildiği bir başka yer meme bezleridir. Kuru kulak kirli coğrafyalarda meme kanserinin daha az görüldüğünü ama buralarda annelerin kolostrum sütlerinin daha fakir olduğunu bildiren yayınlar vardır.

***

ABCC11 geninin A ve G harfli iki farklı ifadesinin (alel) coğrafî dağılımı çok dikkat çekicidir: Kore ve Kuzey Çin’in tamamına yakını tipik kulak kiri olmayan ve vücudu kokma potansiyeli taşımayan “kuru” insanlardan oluşur. Komşuları Moğollar, Japonlar, Güneydoğu Asyalılar da hatırı sayılır ölçüde “kuru” baskınlığı sergiler. Buna karşılık Afrika’da neredeyse hiç “kuru” yoktur. Tümü tipik kulak kirine ve kokma potansiyeline sahiptir. Avrupa’da kuruların oranı yalnızca %5-20 kadardır. Bu konuda Türkiye’de yapılmış bir çalışmaya rastlamadım. Ama Türk halklarından Yakut, Kazak ve Uygurlarda kuru olan ve olmayanların oranının birbirine yakın olduğu görülüyor.

ABCC11 dağılımının haritalanması Kuzeydoğu Asya’nın en yoğun kuru alanlar olduğunu; bölgeden uzaklaştıkça oranın düştüğünü gösteriyor. Bunun anlaşılabilir bir açıklaması var: Günümüzden 40 bin yıl kadar önce, yani Homo sapiens’in Kuzeydoğu Asya’ya ulaşan ilk öncülerinin ABCC11 geninde 538. harfin G yerine A’ya dönüşmesi şeklindeki bir kopyalama hatası yani mutasyon, apokrin ter bezlerinin işlevini değiştiriyor. Belki kurak ve soğuk iklim nedeniyle, belki -henüz açıklanamayan- bir başka nedenden bu mutasyonun uyum avantajı sağlaması, belki de bu mutasyonluların daha çok döl vermesi sayesinde bu coğrafya -söz konusu mutantlardan üreyen- “kuru” insanların bölgesi haline geliyor.


Diğer bölgelerdeki “kuru” nüfus, mutasyonun ilk öncülleri ve onların soyundan gelenlerle üremeyi yansıtıyor. Bu aynı zamanda farklı coğrafyadaki akrabalıkların ve ilk öncüllerin soylarının göç yollarının da bir yansımasıdır. Kuzeydoğu Asya’ya varan ilk öncülerin yeniden Afrika’ya dönmedikleri ama özellikle yakın çevrelerine dağıldıkları anlaşılıyor. Bu bağlamda Güney Amerika’da hayli yüksek “kuru” oranları, Amerikan yerlilerinin (Kızılderililerin) “kuru” coğrafyalardan 15 bin yıl kadar önce Kuzey ve 12 bin yıl kadar önce de Güney Amerika’ya varış öyküleriyle uyumludur.

***
Görüldüğü gibi, kulak kirinin de bize anlatacak pek çok şey varmış:
  • ·         Vücudun kokması gibi bir konuda bile, genlerin rolünü ve özgür irademizin sınırlarını,
  • ·         Her bir hücredeki sayısı 3 milyar kadar tahmin edilen, genlerimizdeki harflerden bir tekindeki farklılığın bile neleri değiştirebileceğini,
  • ·         İlk bakışta ilgisiz gibi görünen vücut bölümlerinin bir bütünün parçaları olduğunu,
  • ·         Genlerdeki mutasyonların topluluklar arası akrabalıklar ve geçmişteki göç yollarına ışık tutabileceğini,
  • ·         Geçmişteki değişimlerin izini sürmek için illa fosillere ihtiyaç olmadığını ya da fosillerde bulamayacaklarımızın da öngörülebileceğini,
  • ·         Çok farklı coğrafyadaki insanların dahi ortak bir ataya sahip olabileceklerini…



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Doğrusu onbin adım mı?

B12 vitamini düzeyinin yüksekliğine sevinmeli miyiz? Yoksa…

Anneler ve Çocukları