Kanser-1: Kanser Neyin Nesi?

 

Kâbusum

Meslek yaşamının sonuna varmış ve ömrünün sonuna yaklaşmış ‘deneyimli’ bir hekim olarak, ister istemez kendi sağlığımı da irdeliyorum. Öngörülerim, toplumda en sık karşılaşılan kalp ve damar hastalıkları yerine kanserden ölme olasılığımın daha yüksek olduğunu söylüyor. Bu beni ürkütüyor. Seçme şansım olsaydı, kalp kriziyle birden ölmeyi yeğlerdim.

Bu yazı, meraklılarına, bu sevimsiz hastalığı tanıtmak amacıyla yazıldı. Umudum, hiç olmazsa birkaç kişinin yazı vesilesiyle paçalarını kansere kaptırmaktan kurtarmalarıdır.

Kanser neyin nesi?

Gezegenimizin yaklaşık 4,5 milyar yıllık bir geçmişi var. Yaşam kabaca 4 milyar yıl önce tek bir hücreyle başladı. İlk 2 milyar yıl –tüm canlıların en eski ortak atasının (LUCA) yavru soylarıyla- tek hücreli yaşamlar (‘prokayotlar’)  şeklinde sürdü. Canlılar –popüler dille ‘mikrop’ dediğimiz- gözle görülemeyen minicik canlılardan ibaretti. Ne bir bitki, ne bir hayvan vardı.

İki milyar yıl kadar önce (bu yazının konusu olmayan) inanılmaz bir değişim gerçekleşti ve (ökaryotlar ile) ‘çok hücreli’ yaşam başladı. Bu değişim, birlikten doğan gücün evrime yansımasıydı.

Çünkü canlılar dünyası herkesin hem av, hem avcı olabildiği –gerçekten acımasız rekabetlere sahne oluyordu ve iş birliği yapabilenler rekabette avantaj sağlıyordu. Böylelikle evrimin adım adım ortaya çıkardığı çok hücreli canlı organizmalarla dünyamız çok renkli, çok hareketli bir yere dönüştü.

***

Ne var ki, çok hücrelilikle sağlanan sağ kalım avantajı bazı fedakârlıklar gerektiriyordu:

Bu fedakârlıklardan ilki, bana pek de âdil görünmeyen iş bölümüydü: Söz gelimi, görev dağılımında kimi hücrelerin payına cinsel haz ya da yemek zevki düşerken, kimi hücrelere dışkı nakli veya yük taşıma düşmüştü.

Daha da önemlisi, bundan böyle, üreme ve ölüm kararları, tek tek hücrelerin değil, bir bütün olarak organizmanın çıkarlarına göre verilecekti. Bunu biraz açacağım:

Canlıların –cansızlardan- belki de en önemli ayırt edici özelliği (eski deyişle alametifarikası) üremedir. Her canlı –doğurduğu onca zorluk ve soruna katlanıp- üremeye can atar ve bunun için adeta fırsat kollar.

Ancak, çok hücreli bir yaşam için organizmada bir araya gelmiş hücrelerin her biri, bu içgüdüye boyun eğseydi, tam bir kaos olurdu. Bu yüzden her hücrenin ne zaman ve ne kadar üreyebileceği titiz protokollere bağlanmış ve bu protokoller genlere kazınmıştır.

Buna göre –bir bayrak yarışı gibi- genlerin kuşaktan kuşağa aktarım görevi yalnızca eşey hücrelerine (yumurta ve sperme) verilmiştir. Diğer hücrelerin üreme hakkı ise organizmanın ihtiyaçlarına göredir: Yalnızca gerekenlerde ve gerektiği zamanlarda; anne karnında ve doğum sonrası yetişkinliğe kadar büyüme için ve bir ömür boyu çok eskiyen hücrelerin yenilenmesi veya çok hasarlı dokuların onarımı için üreme izni vardır.

Fedakârlık bununla da kalmaz: Şayet bir hücre artık iş göremeyecek kadar yıpranmış veya hasarlanmışsa, (daha önce söz ettiğim) protokoller, o hücreden intihar etmesini  (‘apoptoz’) ister.

***

İnsanlar, sayısız tür arasında çok hücreliliği başarıyla uygulayanlardan biridir.

İnsan yaşamı genlerin yarısını taşıyan bir spermle, diğer yarısını içeren bir yumurtanın kaynaşmasıyla oluşan tek bir hücreyle (yani zigotla) başlar. Bu tek hücre, -anne karnında (embriyo ve fetüs aşamalarından) başlayarak- (bebeklik, çocukluk ve ergenlikte) bölüne bölüne yetişkinlikte 30-40 trilyon hücreye ulaşır.

Çok hücreliliğin kurallarını da içeren ‘kurulum ve işletim kılavuzu” yahut “işleyişin tarifleri”; 23 çifti anne, 23 çifti babadan gelen 46 kromozoma (canlılar âleminin ortak dili olan DNA şeklinde, yaklaşık 22 bin gene bölüştürülerek) yazılmıştır. Hücreler bölünürken kendi kopyalarını çıkardıklarından, bedenimizin her hücresinde –eksiksiz olarak- bu tarifler (ve protokoller) mevcuttur. Bedenimizin farklı organ ve dokuları arasındaki fark, her bir hücrenin üstlendiği role göre ihtiyaç duymadığı genlerin ‘susturulmuş’ olmasıdır (‘epigenetik’).

***

Tüm çok hücrelilerde olduğu gibi, insanda da üreme sıkı kontrol altındadır. İki paragraf önce belirttiğim büyüme safhaları dışında, hücre yenilenme ve onarımı için izin vardır.

Diğer canlılar gibi, geciktirebilse de, insan da ‘entropi’ doğa yasasına boyun eğer: Yaşam boyu hücrelerimiz yıpranır ve (kök hücre soylarından üremeyle) yenilenirler. Bu durum yenilenme maliyetinin çok arttığı (artık yenilemektense “hurda, enkaz, kullanılamaz: HEK damgasının vurulduğu) yaşlanıp ölümümüze kadar sürer.

Yenilenme hızı temelde hücrelerin yıpranma derecelerine göre belirlenir. Mesela bağırsak iç yüzeyindekiler her 2-3 günde, derimiz her 2-4 haftada, alyuvarlarımız 4 ayda bir yenilenir. Kas hücrelerinin yenilenmesi yıllar sürer. Belki de öğrendiklerini unutmaması için sinir hücreleri –bazı istisnalar dışında- yenilenmez.

Olağanüstü hallerde ayrıca ihtiyaca göre hücre çoğalması veya telafisi için hücre bölünmeleri gerçekleşir: Bedenimiz mikrop saldırısına maruz kaldığında derhal ilgili savaş unsurları çoğaltılır. Yaralanırsak veya beden bir hasar algılarsa onarım ve yenilenmeye girişir. Bir kanamada alyuvar açığı kapatılmaya çalışılır…

Hasılı, pek farkına varmasak da (bir ömür boyu) bedenimizde sürekli bir yıkım (ölüm) ve –üremeyle- yenilenme (doğum) faaliyeti süregider.

***

Üretim imtiyazı yani hangi hücrelerin, ne zaman üreyebileceğine ilişkin protokollerin genlerde yazılı olduğunu söylemiştim. İlgili genleri üçe ayırmak mümkündür: Bazı genler, hücrenin bölünerek üremesini teşvik eder. Bilimin ‘onkogenler’ olarak adlandırdığı bu genler, motorlu araçların gaz pedalı gibidir. Bilimin ‘tümör süpressörler’ olarak adlandırdığı (TP53 gibi) bazı genlerse, motorlu araçların freni gibidir; bölünerek üremeyi baskılarlar. Aracın şoförüne benzetebileceğimiz ‘bekçi yahut bakıcı’ gen kümesi ise, koşullara ve ihtiyaca göre değerlendirme yapıp diğer iki kümeye mesajlar iletir ve bunlar arasındaki dengeyi ayarlar.

Hangi gen kümesinin öne çıkacağını belirleyen ve bu karara göre davranan ‘şoförü’ yönlendiren, farklı mekanizmalar vardır:

İlki, hücrenin ‘vicdanı’ gibidir: Her hücrede merkezî istihbarat gibi çalışan devasa bir bilgi ağı vardır. Hücrenin mevcut sağlığı, büyüme için gerekli kaynaklar, büyüme faktörleri gibi uyaranlara göre üreme için asıl karar merciidir.

Hücrenin komşuları (‘mahalle baskısı’ gibi) hücrenin kararlarını destekler veya kösteklerler.

Bunların yetmediği hallerde, bağışıklık sistemi duruma müdahale eder. Sistem mikropları tanıyıp onlarla savaşmakla kalmaz; hasarlı veya anormal hücreler de –devriyelerinin- radarındadır. Kanser hücreleri gibi, görev tanımı dışına çıkmış hücreleri tanır ve yok etmeye çalışır. İnfaz ya intihara ikna etme (‘apoptoz’) ya da öldürme (‘nekroz’) yoluyla gerçekleşir.

Aslında hücrelerin bölünmesine bir sınır konmuş gibidir (‘Hayflick limiti’). Kromozom olarak bildiğimiz DNA parçalarının uçlarında (ayakkabı bağcaklarına benzetilen) ‘telomer’ denen yapılar vardır. Her bölünme sırasında (kodlama yapan genleri korumak için) bir parça kısalırlar. Ama onlarca bölünmenin ardından ortadan kalkmalarıyla genler zarar görmeye başlayacağından, hücre bölünmeye izin vermez hale gelir.

***

İş birlikçi grupların, iş birliği yapamayanlara göre (nerdeyse hemen her zaman) (rekabette) üstünlük sağlamaları, grup üyelerinin kurallara her zaman uymalarını garanti etmez. Genlere yazılmış onca protokol ve mekanizmaya rağmen, birileri özveride bulunmadan, birlik olmanın getirdiği avantajları kullanmak ister. Bu avantacı, istismarcı hilekârların sayısı az olduğunda emellerine ulaşırlar. Ancak sayıları artıkça işleri zorlaşır. Hem artık iş birliğinin getirdiği avantajlar –avantacıların hâkim olmaya başlamasıyla- kaybolmaya başlar, hem de yaratılan artı değer hilekârların çokluğu nedeniyle yetmez olur. 

Kanser hücreleri, kendi çıkarını, organizmanın çıkarının önüne koyan böylesi istismarcı isyancılardır. Organizmanın ihtiyacı olup olmadığına aldırmadan –çılgınca- üremeye koyulur, intihar buyruklarına karşı gelir. Komşularının besinlerini çalmakta, yerlerini işgal etmekte, ortamı kirletmekte bir beis görmez. Yavruları ve torunları için yerleşip çoğalabilecekleri yeni beden bölgeleri için fırsat kollar.

Bencilliklerinin bedelini –istismar ettikleri- bedenle birlikte ölüme sürüklenerek ödemek, onları yollarından alıkoymaz.

 

Sonraki bölüm: Kanser-2: Nasıl Kanser Oluruz?


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Anneler ve Çocukları

Bağışıklığı Güçlendirmek-1: Kısaca Bağışıklık Sistemi