Bu sakal trendi de neyin nesi?


Son 5-10 yılda artan sakallı sayısı, kendime “ülkedeki siyasal iklimle ilgili olabilir mi?” diye sormama neden olmuştu. Ama daha sonra bu eğilimin ülkemize has olmadığını gözlemledim. Araştırınca da son on yılda sakalın yükselen bir trend olduğunu gördüm.

“Neden?” sorusunun benim için karşı konulamaz cazibesiyle cevap aramaya koyuldum. Biz doktorlar, “bir sonucu birden fazla sebebin doğurabilmesi” diyebileceğimiz “multifaktöriyel” lafını çok severiz. Şüphesiz bu sakal trendindeki artış için de geçerlidir.

Ama yine doktorluğun tesiriyle, biyolojik pencereden bakmayı önceledim. Sakal erkekliğin bir alametifarikasıydı. Gerisinde -testosteron gibi- erkeklik hormonları (androjenler) vardı.

Testosteron, anne karnında salgılanmaya başlayıp erkek cinsel organlarının gelişimini sağlıyor ve bu sırada da beyinde de -kalıcı “erkeksi” değişikliklere neden oluyordu. Bebeklikteki bir sıçramayı saymazsak uzunca bir süre sustuktan sonra ergenlikte yaptığı pikle “hakiki” erkekliği ilan ediyordu.

Cinsel organları büyütüyor, sperm üretimini başlatıyor, cinsel isteği artırıyor, kemik ve kas gelişimini destekliyor, ikincil seks karakteri dediğimiz cinsiyete özgü değişikliklere sebep oluyor ve bu arada davranışlara da yön veriyordu.

İkincil seks karakterleri ise; kaslarda irileşme, seste kalınlaşma, derinin kabalaşma ve yağlanması yanında erkek tipi kıllanmayı ve bu arada yüzde kıllanmayı yani sakalı içeriyordu.

***

Sorun şu ki, sakallar erkekliğin bir belirtisi olsa da, üremeye bir katkısı yoktur. Hatta elle tutulur bir faydası da yoktur. O halde, neden ve nasıl oldu da sakalımız oldu?

Biyolojideki pek çok sorunun cevabı gibi, çok eskilere gitmek gerekir… Kürk, kökü 200-300 milyon yıl öncesine -hatta daha da öncesine- uzanan memelilerin ortak bir özelliğidir. İnsan henüz insan olmamışken diğer memeliler gibi kürke sahipti. Ancak yaşam tarzları -diğer kuyruksuz maymunlardan farklı olarak- kürklerinin kaybıyla sonuçlandı. (https://drodonderici.blogspot.com/2018/09/cplak-sempanze.html). Ama -saç, kasık ve koltukaltıyla birlikte- dişilerden farklı olarak erkekler yüz kıllarını kaybetmedi.

Bunun muhtemel nedeni, sakalın üreme avantajı sağlamasıydı.

Sakala sahip olmak, testosteronun diğer marifetlerine de sahip olmayı ifade ediyordu. Bu üreme yetkinliği ve iştahı yanında daha iri kaslar ve daha güçlü kemiklere yani daha fazla güce, beyinde yarattığı değişiklerle daha fazla risk iştahına yani gözü karalığa sahip olmak demekti. Fiziksel gücün çok önemli olduğu bir Dünyada- bu özellikleri olan birinin, rekabette üstünlük sağlaması yüksek ihtimaldi. Üstelik testosteron üstünlük için bir neden olmakla kalmıyor, -araştırmalara göre- kazananların testosteronu daha da fazla yükseliyordu.

Bu eşlerini seçmede -erkeklere kıyasla- daha dikkatli olan kadınlar için bir tercih sebebi olabilirdi. Yavrularına utkan (“winner”) genler verdikleri gibi, kendileri de daha iyi korunup daha iyi beslenebilirdi.

Ama daha önemlisi, eş için (ve belki diğer bazı rekabetler konusunda), -testosteronla yüklü sakallı biri- erkek rakipleri için de caydırıcıydı. Kendinden daha güçlü, risk almaktan çekinmeyen, saldırgan -ve çok muhtemelen daha statülü- biriyle dalaşmak için iki kere düşünmeliydiler.

Yani testosteronun sağladığı üstünlüklerin bir göstergesi olarak sakal, bir yandan kadınları cezbederken, öte yandan rakipleri -kavgasız- saf dışı bırakabiliyor ve bu iki yönlü fayda, birbirlerini daha da güçlendiriyordu.

Böylece testosteronu daha yüksek, daha kıllı ve de sakallılar daha çok ürediler. Muhtemelen öylesine çok seçildiler ki, eskisi ölçüsünde ayırt edici bir özellik olma vasfını yitirdiler. Her erkeğin sakallı olduğu bir toplumda, dişilerin de, rakip erkeklerin de yeni ölçülere ihtiyacı vardır.

***

Sonra pek çok şey değişti. Kas gücünün önemi azaldı. Çok katmanlı sosyal sistemle statü eskisinden de önemli hale geldi. Tüketim toplumuyla para, tercih ve rekabette öne çıktı.

İnsanın yarattığı kültür ve medeniyet, biyolojinin dayatmalarına direnmeye ve kendi yolunu çizmeye başladı. Gelenek-görenek, ahlâk, din ve yasalar -cinselliği dizginleyen- yeni düzenleyiciler olarak sahneye çıktı.

Böylelikle sakalın kontrolü tümüyle biyolojik olmaktan uzaklaştı. Farklı unsurların tesiriyle kâh değer kazandı, kâh gözden düştü. İslamiyet ve Sihizm, belirli sakal biçimlerini teşvik etti. Kimi kültürler, farklı dönemlerde sakalı bilgelikle özdeşleştirdi. Kimi zaman kendine özen göstermeme ve kötü hijyen olarak algılandı. Bazen barbarlık ve saldırganlık işareti gibi görüldü.

Öyle veya böyle, biyoloji gölgelendi. Artık çok çok eski atalarımız gibi bakmadığımız kesin. Ama biyolojiyi susturmak da çok zor!

Güncel araştırmalar da bunu doğruluyor: Günümüz kadınlarının bir bölümü sakalı çekici bulurken, bir bölümünün itici gördüğü saptanıyor.

Erkekler de yön bulmakta zorlanıyor gibiler. Çok değil, doksanlı yılların sonlarında trend; erkeklerin kendine daha çok özen gösterdikleri, kadınlara özgü sayılan güzelleşme girişimlerinden gocunmadıkları, -heteroseksüel olmakla birlikte- erkekliklerini vurgulamadıkları “metroseksüellik” idi. Şimdilerde sakal, kaslı vücut gibi -testosteron arka planlı- yeni bir yönelimin içindeyiz. Bu uğurda testosteron takviyesi yutan gençlerin sayısı hiç te az değil!

Fazla zorlama mı olur bilmiyorum: Doksanlı yıllar küreselliğin de yükselişte olduğu ve halkların birbirine yaklaştığı bir dönemdi. Şimdilerdeyse tersine iktidarlar sertleşiyor, sınır duvarları yeniden yükseliyor, ticaret savaşları baş gösteriyor. Sanki ulusal erkeklikle, bireysel erkeklik el ele gidiyor gibi…



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Doğrusu onbin adım mı?

B12 vitamini düzeyinin yüksekliğine sevinmeli miyiz? Yoksa…

Anneler ve Çocukları