Fedakârlığın zirvesi


Annelik, fedakârlığın en çarpıcı örneklerinden biridir. Dişiler; eş seçiminden gebeliğe, doğumdan yavru bakımına kadar farklı aşamalar için, ciddi bedellerle karşı karşıyadır.

Ama bu yazıda tanıtacağım anne, özverinin zirvesi sayılır. O, özellikle Akdeniz’i kuşatan ülkelerin çölsü bölgelerinde yaşayan bir örümcektir (Stegodyphus lineatus). Çoğu örümcek gibi, çalıların arasına gerdiği ağlara takılacak avını -sabırla- bekler. Bekler dedimse, bekleyen daha çok, yuvanın sadık bekçisi dişidir. Ağın yapımı ve onarılması da daha çok onun sırtındadır. Erkek yuvadaysa yakalananların yenmesine ortak olur. Değilse yuvadan uzakta çiftleşebileceği bir -başka- eş bulmak için aranır.

Çiftleşme sonrası dişi yüzlerce yumurta yumurtlar ve yaklaşık bir haftada yavrular dünyaya gelir. Anne yüzlerce aç yavruyu beslemek gibi ciddi bir yükümlülükle karşı karşıyadır. Üstelik yavrular henüz ağa takılanları yeme yeteneğinde olmadıklarından besleme işini 2 hafta kadar -bizatihi- üstlenmek zorundadır. Anne (ve bazen henüz üreme yeteneği kazanmamış bazı yardımcı -akraba- dişiler) içindekileri kusup püskürterek yavruları besler.

Araştırmalar -böylesi bir beslemeye hazırlık için- çiftleşmenin hemen sonrası dişi örümceğin sindirim enzimlerinde ciddi bir artış olduğunu ve bunun daha fazla yemeye teşvik ettiğini ve sindirim kanalını kuşatan cepleri besinle doldurduklarını göstermiştir.

Ne var ki, bu enzim fazlalığı -ilerleyen günlerde- örümceğin sindirim kanalına zarar verip beslenmesini bozar. Dişi örümcek artık ağa takılan avlarını bile yiyemez olur, ağ onarımını da bırakır. Bundan böyle, yavrularına sunabilecekleri bedenindekilerden ibarettir.

Aşırı miktardaki sindirim enzimlerinin hasarı sindirim kanalının ardından aşamalı bir biçimde iç organlarını (likefaksiyonla) eritip bir tür mamaya dönüştürür. Anne artık biberon gibidir. Yaşamsal önemi nedeniyle -içeriden erime sürecinde- kalp ile olası bir üreme başarısızlığında yeni bir çoğalma fırsatı için yumurtalık en sona bırakılır.

Yavrular bir süre annelerinin kendi bedeninden hazırlayarak kustuğu bu mamalarla beslenir. Anne, yaklaşık ikinci haftanın sonunda -bir av takılmışçasına- ağı titretir ve kendisine doğru yönelen yavrularının üzerine bastırarak, onları ilk avlarını yemeye teşvik eder. Ama av nesnesi kendisidir. Sindirim enzimlerinin en nihayetinde karnında açtıkları deliklerden iştahla annenin vücudunda kalanları emen yavrular, 2-3 saat içinde anneyi dış iskeletten ibaret hale getirirler.

Anne yüzlerce yavrusunu 2 hafta besleyip, en sonunda kendini de “son ziyafet” olarak- feda edip “huzur içinde” ölür. Yavruların ilk ısırıklarında annelerinin bedenine gönderdikleri zehirlerle (venom), ölümü hızlandırmaları, bu trajedinin tesellilerinden biridir.

Tahmin edilebileceği gibi, normal koşullarda -süreç ölümle sonlandığından- dişi çöl örümcekleri, hayatlarında yalnızca bir kez üreme imkânı bulur. Ama bazen eşek arısı veya karıncaların yumurtaları tahribi, bazen de çiftleşecek eş arayan “yabancı” erkeklerin yumurtaları yuvadan atması ya da yeni doğan yavruları yemesi; dişinin trajik sonunu öteler. Böylesi hallerde, dişi tekrar çiftleşir ve (sıvılaştırmada sona bıraktığı yumurtalıklarının da yardımıyla) yumurtlar. Ama -ilk yumurtlama sürecinin yol açtığı kayıplar nedeniyle- bu kez yumurta sayısı daha azdır ve annenin yavruları besleme potansiyeli de daha düşüktür. Ayrıca üreme mevsimindeki ötelenme, yavruların hayatta kalma şansını hayli azaltır.

Bu yüzden dişiler, ilk çiftleşme öncesi -uygun buldukları erkekleri- cezbedici kokular (foremonlar) üretirken, yumurtlama sonrası caydırıcı foremonlarla yumurtalarına zarar verebilecek davetsiz erkekleri uzak tutmaya çalışır, hatta onlara saldırırlar. Dişiler erkeklerden daha iridir ve onlar öldürebilir, bazen de yerler. Yine de bu erkekleri, çiftleşme şanslarını denemekten alıkoymaz.

***

Bu sıra dışı tür özelliğinin, gerisinde yatan şey, -aslında- “sıradan” bir gen bencilliğidir: Doğanın şaşmaz ilkesi, -farklı alternatifler arasında- “kurulum ve işletim kılavuzu” olan gen kopyalarını, geleceğe en fazla taşıyacak alternatifin varlığını sürdürmesidir. Öncelik, geni taşıyanların değil, genlerindir. Bu uğurda ödenecek bedeller, tabiat ananın umurunda değildir (https://drodonderici.blogspot.com/2019/11/cinsel-yamyamlgn-ardndaki-gercek.html).

Doğanın hassas matematiği, -bu vasfını koruduğu sürece- en verimli alternatifin genlerini hayatta tutar. Yiyeceğin kıt olduğu çöl şartlarında, tek kopyalık anne genlerinin feda edilerek, sağ kalma olasılığı yüksek yüzlerce yavru kopyasının yeğlenmesinin şaşılacak bir yanı yoktur. 

Ayrıca, annenin yavrularına yemek olduğu (matrifaji) tek örnek çöl örümceği değildir. Başta kara dantel dokuyucu örümcek (Amaurobius ferox veya black lace-weaver), yengeç örümceği (Diaea ergandros), kadife örümcek (Stegodyphus dumicola veya virgin velvet spider) olmak üzere çeşitli örümcekler, bazı yalancı akrepler (Paratemnoides nidificator), bazı kulağakaçanlar (Anechura harmandi), hatta bazı -omurgalı- sesilyanlarda da annenin yavrularınca yenmesine rastlanır.

Kuşku yok ki, trajedi -bu türlerin bireylerinin iradesiyle değil- -genetik şifreleri sonsuza taşıma yarışında- kazanan -alternatif- senaryo genlerine kazındığı için oynanmaktadır. Anne de, yavrular da senaryosu DNA’larına yazılmış bir oyunun oyuncularıdır.

***

Biyoloji sahnesinde sergilenenler; bir adım geriye çekilip fedakârlık, nankörlük, suç gibi kavramları – daha objektif bir gözle yeniden- düşünme fırsatıdır…

Fedakârlık nerede başlayıp nerede biter? Tür özelliğine dönüşmüş, gen buyruklarıyla yürüyen bir davranış özveri sayılır mı? Fedakârlık adına, ölümle ödenen bir bedelden daha fazlası ne olabilir?

Yavrulara nankör, istismarcı, canavar gibi sıfatlar yakıştırmak ne kadar doğrudur? Çöl örümcekleri mahkemesinin yargıçları olsaydınız onları cezalandırır mıydınız?

Yavruları mahkûm etmediğinizde, kimi suçlu ilan eder, kimi hapse tıkmak isterdiniz?

***

Bu sorulara zorlanmadan cevaplar bulmanın kolay olmadığı muhakkak!

Ama konu insanlar yani bizler olunca, nedense çok zorlanmıyoruz… İyi ve kötü etiketleri konusunda galiba gereğinden fazla cömertiz…

Ne dersiniz?


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Doğrusu onbin adım mı?

B12 vitamini düzeyinin yüksekliğine sevinmeli miyiz? Yoksa…

Erken teşhiste kanser belirteçlerinin değeri