Bağışıklığı Güçlendirmek-1: Kısaca Bağışıklık Sistemi
Koronavirus, 2002’de Çin’de, 2012’de Suudi Arabistan’da çok ölümcül ama sınırlı vakayla “geliyorum!” demişti. Ve geldi de: 2019 sonrası aylarca tüm dünyanın bir numaralı sorunu haline geliverdi. Sınama-yanılmayla denenen pek çok ilaç yeterince faydalı olamadı. Aşı yarar sağlasa da etkinliği ve yan etkileriyle hep tartışılageldi. Bu nedenle geniş kitleler, alternatif çözümlere yöneldiler. O gün, bugündür; sosyal medya, ‘bağışıklık güçlendirme’ vaat eden ürünler ve tavsiyelerden geçilmiyor.
Bu yazıda, her zaman yaptığım gibi, sırtımı bilimin uzlaşmalarına yaslayarak, bağışıklığı güçlendirme konusundaki görüşlerimi paylaşacağım. Ama en başından, bu yazının hastalık düzeyindeki (tedavi gerektiren) bağışıklık yetmezliklerine yönelik olmadığını, görünürde sorun yaşamayan sağlıklı bireyler için kaleme alındığını söylemeliyim.
***
Önce, güçlendirmek istediğimiz bağışıklık kavramını kısaca tanımamız gerekiyor:
Enerji yani yemek yemek canlıların olmazsa olmazıdır. En
değerli besinse bir başka canlıdır. Bu yüzden hemen her canlının av ve avcı
olabildiği (ekosistemlere göre değişen) çok farklı besin zincirleri vardır.
Hayvanlar apaçık karşılarında duran rakiplerine karşı
kaçma-kovalama, gizlenme-kamuflaj, pençe-boynuz-diş gibi çok farklı savunma ve
saldırı silahlarıyla donanmışlardır. Ama bu silahlar gözle görünmeyen mikroplara
karşı bir işe yaramaz.
Bazı mikroplar beslenebilmek (hatta yerleşip çoğalabilmek)
için hayvanların (ve tabii ki insanların) bol etli, sulu, sıcak bedenlerini
hedefler.
Hayvanlar işte bu saldırılara karşı ‘bağışıklık’ denen bir savunma
ve saldırı sistemi geliştirdiler.
İki taraf arasında –yüz milyonlarca yıl boyunca- bitip
tükenmeyen bir silahlanma yarışı hız kesmeden süregidiyor.
Evrimde yarış, üreme sırasında genlerdeki kodlama
hatalarından, işe yarayanların yaşam oyununu sürdürebilmesi şeklinde yürüyor.
Konumuz bağlamında, bunun bazı sonuçları var: İlki, mikroplar çok hızla (mesela
bakteriler her yarım saatte bir, virüsler patlamalar şeklinde) üredikleri (bu
yüzden daha fazla mutasyon ve seçilim geçirdikleri) için, ancak on yıllar alan
bir sürede çoğalabilen insanlara göre bu yarışta katbekat avantajlılar. Yani
insanı yenmek için, komplo teorilerine ihtiyaçları yok! İkincisi, evrimin (tek hamlede
yapılmış kusursuz bir tasarım olmayıp) –yüz milyonlarca yıla yayılan- ufak ufak
değişimler, onarımlar, eklemelerle ortaya çıkan hayli karmaşık (üst üste
yığılmış katmanlar şeklinde) bir yapı oluşudur. Dawkins’in deyişiyle “evrim (yoktan
var eden bir tasarımcı olmayıp, elindekilerden en işe yarar çözümler üretmeye
çabalayan) kör bir tamircidir”
***
Bedenimiz, ortasından (ağızda başlayıp anüste biten) bir
tüpün geçtiği, pek çok girintisi (ve bazı çıkıntıları) olan kapalı bir sıvı
torbası gibidir. Bu torba dışarıdan deri denen yüksek surlar, içerideki (pek fark edilmese de çok çok geniş yüzeye
sahip) tüp ve girintileriyse mukoza denen bir duvarla korunur. Yüzeyleri
kuşatan bu koruma kalkanı; çeşitli kimyasal silahlar, (özellikle midede) yakıcı
asit, mukozalar boyunca -mikropların aşması zor- mukus (salya-sümük) denen
derin balçık, süpürücü tüycükler, MALT denen gözetleme kuleleri, aksırık-öksürük
gibi refleksler ve (mikrobiyom denen)
müttefik kuvvetlerle desteklenir.
Beden bu kalkanla yetinmez. Tüm dokularımızda (özellikle
yüzeye yakın bölgelerde) sınırı geçen istilacıları yutmaya hazır (makrofaj
denen) devriyeler gezer. Kanımızda
onlardan işaret bekleyen, ölümü hiçe sayıp öldürmekten zevk alan (nötrofil
denen) milyarlarca katil saldırmaya hazır bekler. İşgalcilerle karşılaşınca katillerimizin
işini kolaylaştırmak için, üstlerine ‘öldür’ işareti koyan, hem de mikropları
delerek patlatan (kompleman sistemi denen) bir başka kimyasal silah,
kanlarımızda ve tüm dokularımızda pusudadır.
Bağışıklığın acımasız pençelerinden kurtulabilmek için, hücre
çekirdeğine girip işlerini sessizce halletmeye çalışan virüsler (ve hücreye
girmeyi başarabilen bakteriler) de unutulmamıştır: Hücreye girdiklerinde onların
çoğalmasını sınırlayan ve komşuları saldırıdan haberdar eden (interferon gibi,
sitokin denen) kimyasallar üretilir. Dahası kanda dolanan ‘doğal öldürücü (natural
killer: NK)’ denen bir başka katil, anormallik sezdiği hücrelere ölüm fermanını
bildirmek için bir an bile tereddüt etmez.
Şimdiye kadar saydıklarım genellikle sorunu çözmeye yeter.
Ama sorun hâlâ çözülemediyse, devreye ‘özel kuvvetler’
girer. Bunun için, lenfosit denen hücreler, iki farklı okulda, öğrencilerinden
ancak birkaçının mezun olup başaramayan diğerlerinin intihara zorlandığı ağır
bir eğitimden geçmişlerdir. Kulağa inanılmaz gelebilir ama her mezun, -toplam
sayısı yüz milyonu bulan- evrim boyunca karşılaşılan mikrop parçacıklarından
yalnızca birini tanıma özelliği kazanmıştır.
Kemik iliği okulundan mezunlar (B hücreleri), kanda dolanıp
tanımak için eğitim aldıkları ‘talihsiz’ düşmanla karşılaşmayı beklerler.
Karşılaşınca (antikor denen) kementler atarak sabitler ve katil hücrelere teslim
ederler.
Timus okulu mezunlarından ‘yardımcı (helper) T’ adıyla
bilinen bazısının görevi diğer bağışıklık hücrelerini yönlendirmek iken,
‘öldürücü (cytotoxic) T’ denenler, tanımak için eğitildikleri düşmanın
bulaştığı hücreyi (ve böylelikle içindeki virüsü de) öldürürler.
Saydığım (lenfosit denen) özel kuvvetlerin devreye girmesini
sağlayıp saldırganın kimliği ve yeri hakkında ayrıntılı bilgiler vererek savaş
planlamasında aslan payına sahip (Dendritik hücre) denen istihbaratçıların
adını anmazsak, vefasızlık yapmış oluruz. Onlar geleneksel savaşçılar düşmanla baş
edemediğinde özel kuvvetleri devreye sokan köprülerdir.
Bağışıklık tanımını bitirmeden iki şeyi daha belirtmeliyim:
İlki evrimin gözle görünmeyen düşmanlarla savaşmak için
geliştirdiği bağışıklığın, yalnız mikroplarla baş etmekle kalmayıp, zamanla
vücudun fazlaca hasarlanmış faydadan çok zarar veren hücrelerini veya bedene
ihanet eden kanser hücrelerini de öldürme yetisi kazanmasıdır.
İkincisi de, bağışıklığın verdiği savaşın, bedenimize de
bazı bedeller ödetmesidir. Virüsü öldürebilmek için saklandığı hücrenin
öldürülmesi veya mikroba atılan kimyasal silahların bölgedeki sağlıklı
hücrelere de zarar verebilmesi gibi…
Sonraki Bölüm: Dostu Düşmandan Ayırmak
Yorumlar
Yorum Gönder