Bağışıklığı Güçlendirmek-3: Bağışıklığı Nasıl Güçlendiririz?

Denge benzetmesinin fazla indirgemeci olduğunu düşünerek dikkate almayacak yahut “olsun, ben otoimmün hastalık veya alerjileri, enfeksiyon veya kanser olmaya yeğlerim” diyenler olacaktır.

En başından, -olası riskleri kabullensek de - bağışıklığı normal halinden güçlendirmenin (daha saldırgan hale getirmenin) çok kolay olmadığını söylemeliyim.

Anlamamız gereken şey (en azından günümüzün biliminin elinde) reostalı bir elektrik düğmesiyle ışığı veya termostatlı bir kombiyle sıcaklığı ayarlayabileceğimiz gibi, bağışıklığa ait tek bir ayar noktasının yokluğudur. Tersine bağışıklık sistemi birbirini desteklese de farklı katmanlar ve farklı birimlerden oluşan, çok unsurlu ‘devasa’ bir ordudur ve bu ordunun birbirinden hayli farklı, çok çeşitli silahları vardır.

Bu ordunun yalnız kana susamış katillerden oluşmadığını unutmamak gerekir. Bağışıklık tepkimesi (yani savaş), mikroplar kadar bedene de zarar verdiğinden, uzaması arzu edilmez. Bu yüzden bu orduda gereksiz çatışmaları önleyici ve savaşı sona erdirmekle görevli (Treg denen) askerler de vardır. Keza sitokin dediğimiz mesajcıların kimi sistemi açar, kimi kapatır; kimi teşvik eder, kimi baskılar.  Bu, hem kışkırtıcıların, hem de yatıştırıcıların olduğu bir toplulukta, topyekun bir güçlendirmeden söz etmeyi anlamsız hale getirir.

***

Belki sistemi ordu yerine, her birinde sayısız işçinin çalıştığı ve her bir işçinin (yalnızca vida sıkmak gibi) tek bir iş yaptığı, çok sayıda üretim bandından oluşan bir fabrikaya benzetmek daha iyi olabilir: Bu bantlarda bir veya birkaç işçinin (şu veya bu nedenle) işini aksatması, o üretim bandında (ve hatta birbirleriyle ilişkileri nedeniyle belki diğer üretim bantlarında bile) sorun yaratır. Bu durumda aksayan işçilerle ilgili sorunu çözerseniz (mesela hastalıklarını giderir veya yeni işçilerle değiştirirseniz) sistem tekrar –eskisi gibi- işler hale gelebilir.

Genetik nedenlerle bağışıklık sistemi yetersiz hastalarda, bulaşıcı hastalık geçirip iyileşmiş hasta kanlarından toplanan antikorların belli aralıklarla verilmesi (IVIG tedavisi) buna örnek olarak verilebilir.

Benzer şekilde, bazı vitamin ve minerallerin eksikliği yüzünden işler aksıyorsa, eksikliği gidermek problemi ortadan kaldırabilir. Ama tek bir vida sıkıştırıcısına ihtiyaç varken oraya 5 veya 10 kişi koymakla iş akışını hızlandıramazsınız.

Uygulamada örneğini bilmiyorum ama şöyle söyleyebilirsiniz: “Üretim bandını veya üretim bantlarını artırabiliriz.” Ne yazık ki, paranız elverse de, vücudun bütüncül kodlanmış yapısı nedeniyle, (ancak kısmen artırılabilen) sınırlı bir (enerji) kullanım kapasitesi vardır. Analojimize geri dönersek, fabrikada yeni bir başka banda yerimiz yoktur! Bir sisteme kaynak aktarımınız, ancak bir başka sistemden kısıntı yapmanızı, bu da kısıntı yapılan sistemde aksamaları getirir. Belirli bir virüse karşı sürekli savaşmak zorunda kalanların, başka mikroplara karşı savaşında yetersiz kalması, bunun sıkça karşılaşılan tipik bir örneğidir.

Ayrıca, bir şekilde başarabilsek dahi, bedene yapacağımız eklemelerin yahut hızlandırmaların –yaşlanma ve yıpranmaları ivmelendiren- ‘metabolik yükü’ olduğunu unutmamak gerekir.  Gerçekten de kronik enflamasyon dediğimiz –bağışıklık sistemi aracılığıyla verdiğimiz- düşük yoğunluklu bitmeyen savaşın, çağımızın hastalıklarının altındaki temel neden olduğunu tekrar hatırlatmak isterim.

***

Özetle söylemeye çalıştığım şey, “bağışıklığı güçlendirme” ile kastımız, bağışıklığın olağan işleyişini, mikroplara daha acımasızca saldırıya dönüştürmekse, bunu başarmanın (en azından bugün için) imkânsıza yakın zor olduğu ve -varsayımsal olarak- bunu başarsak dahi, alerji ve otoimmün hastalık artışı riski nedeniyle iyi bir fikir olmayabileceğidir.

Sosyal medyada bağışıklık için sıklıkla önerilen D, C, E ve B6 vitaminleriyle çinko ve selenyum minerallerinin ancak eksiklikleri varsa, eksikliklerini giderecek kadar desteklenmelerinin  işe yarayabileceğini söyleyebilirim. Değilse, yani eksik değillerse veya megadozlar şeklinde yuttuğunuzda bağışıklığa bir katkı sağlamayacaklardır.

Saydıklarımdan D vitamini dışındakilerde, beslenmenin sağlıklı olması halinde bir sorun yaşanmayacağını düşünüyorum. Yalnız D vitamini beslenmeden çok güneşlenmeyle ilgilidir. Ancak güneşin de abartıldığında –en azından- cilt yaşlanmasını hızlandırma ve cilt kanser riski olduğunu unutmamak gerekir. İlla takviye şeklinde alınacaksa (başta D) vitamin ve minerallerin ölçümünden sonra şayet eksikse (eksiği kapatacak kadar) alınmasının daha doğru olacağı kanısındayım.

***

Ne yani, bağışıklık için yapabileceğimiz bir şey yok mu?”

Elbette var! Ama bu genel olarak sağlığımız adına yapmamız gerekenlerden çok fazla farklılık göstermiyor. Bir ordu, ülkesi kadar güçlüdür. Yazı hayli uzadı. Genel sağlık adına yapılabilecekleri  özetleyeyim:

Enerjiye ve bedenimiz (tabii ki bağışıklık hücrelerimiz) sürekli yenilendiği için –farklı yapı malzemeleri içeren- çeşitli besinlere ihtiyacımız var. Bunu olabildiğince kalorisi düşük, besin değeri yüksek gıdalarla karşılamalıyız. (Farklı renklerden) çeşitli sebze ve meyve, bakliyat, kuruyemiş, yağlı tohum, balık tüketiminin artırılıp şeker, nişasta, doymuş (>katı) yağ ve kırmızı et tüketiminin azaltılması konusunda neredeyse tüm tıp çevreleri hemfikir görünüyorlar. Sosyal medyada takviye olarak önerilen çok çeşitli bitki kökenli ürün (fitokimyasal), asla yeterli, dengeli ve çeşitli bir beslenmenin yerini tutmaz!

Hareketli bir yaşam tarzı ve (özellikle kardiyovasküler ve kuvvet artırıcı) egzersizin ihmal edilmemesi gerekiyor (https://drodonderici.blogspot.com/2020/04/hareketsizlik-pek-cok-saglk-sorununu.html).

Aşırı yağlanma çağımızın tüm kronik hastalıklarının altında yatan (ve bağışıklık sistemini meşgul eden) en önemli unsurların başında geliyor. Bu yüzden şişmanlamamalı ve özellikle (yağ depolarından taşmanın bir işareti olarak) karnımızda yağ biriktirmemeliyiz.

Az dillendirilen ama çok önemli bir başka sorun kronik strestir. Kronik strese sokmayacak (felsefî) farklı bakış açılarına ihtiyaç var. Beceremiyorsak, hiç olmazsa stresle (gevşeme teknikleri, meditasyon, yoga, müzik, hobiler, sosyal destek gibi farklı yollarla) daha iyi baş edebiliriz.

Bedenin onarımı ve yenilenmesi büyük ölçüde uykuda gerçekleştiğinden, yeterli ve kaliteli bir uykuya hak ettiği dikkati göstermeliyiz (https://drodonderici.blogspot.com/2023/01/uyku-ve-saglk-5-ne-yapmal.html).

Tümüyle sakınamadığımız, -enerji kaynaklarını oksijenle yakarken oluşan- (zorunlu) metabolik kirliliğe yenilerini eklememek için tütünden ve toksik kimyasallardan uzak durmalı, alkol miktarını sınırlandırmalıyız.

Hastalık derecesine vardırmadan, özellikle yüksek riskli koşullarda hijyene özen göstermeliyiz.

(Aleyhindeki kampanyalara kulak tıkayarak) tıbbın yaş ve risk gözeterek önerdiği aşıları yaptırmalıyız.

Anneler yavrularına daha sağlıklı bir mikrobiyata sunmak için (zorunluluk olmadıkça, sezaryen yerine) normal (vajinal) doğumu, (hazır mamalar yerine) emzirmeyi yeğlemeliler.

Sağlıklı bir mikrobiyata için prebiyotik ve probiyotikli gıdaları yeğlemeli, gerçekten gerekmedikçe antibiyotik kullanmamalıyız (https://drodonderici.blogspot.com/2019/09/probiyotikler-8-ozet-niyetine.html).

Bağışıklığı çökerten HİV, yoran HBV ve HPV virüslerinin bulaşımını en aza indirmek için (başta güvenli seks) gereken özeni göstermeliyiz.

***

Bağışıklığı güçlendirme adına “şunları yiyin ve şu takviyeleri alın” beklentisinde olanları düş kırıklığına uğrattığımı biliyorum.

Ama bana (daha doğrusu tıbba) güven duyan ve bu yüzden yazdıklarımı ciddiye alanların ödülü, şarlatanlara ve onların binbir yolla cilalayıp pazarladıkları ürünlere gereksiz paralar harcamamak olabilir diye umut ediyorum.

Son bir not, paylaştığım bilgilerin güncel tıbbı yansıtmasıdır. Özellikle genetikteki ilerlemeler yeni bilgiler ve yeni uygulamalarla ileri sürdüklerimizi geçersiz hale getirip yeni fırsatlar sunabilir!


Önceki Bölüm: Dostu Düşmandan Ayırmak

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Doğrusu onbin adım mı?

B12 vitamini düzeyinin yüksekliğine sevinmeli miyiz? Yoksa…

Erken teşhiste kanser belirteçlerinin değeri