Kanser-5: “Erken teşhis hayat kurtarır”
Kanser oluşma riskini azaltsak da, tümüyle önlemenin
garantili bir yolu yoktur. Ama kanseri –henüz belirti vermeden- erken
dönemde yakalarsak, birçok durumda daha etkili tedavi, hatta tümüyle kurtulma
şansı vardır.
Bunun için kanser tarama kılavuzları geliştirilmiştir.
Kanser tarama testleri
Alt kategorileri bir yana 200 kadar farklı kanser vardır.
Bunların her biri için tarama yapmak hem zor, hem gereksizdir. Gereksizdir
çünkü bazıları çok çok seyrektir, bazılarını erken bir aşamada (günümüz imkânlarıyla), ekonomik, doğru ve etkili tanımak mümkün değildir, bazısı erken
tanınsa da (günümüz imkânlarıyla) tedavi edilemez, bazısı da tam tersine
belirti verdikten sonra (yani geç) tanınsa da etkili tedavi edilebilir.
Bu yüzden kanser tarama testleri, sık
görülen kanserlerden erken tanındığında etkili tedavi edilebilenlere yöneliktir.
Testlerin ‘pozitif’ çıkması, ‘yüksek ihtimalle kanser’ demektir. Ama kesin
kanser diyebilmek için sıklıkla şüpheli dokunun patolog tarafından incelenmesi
gerekir.
Ayrıca testlerin kusurdan azade olmadıklarını not etmek
gerekir. Bazen kanser olduğu halde test saptayamayabilir (‘yalancı negatiflik'),
bazen tersine olmadığı halde kanseri işaret edebilir (‘yalancı pozitiflik’). Keza
görüntüleme sırasında radyasyona maruz kalma veya kolonoskopi sırasında seyrek
de olsa kanama veya yırtılma gibi riskler mümkündür. Ama kesinlikle genelde
elde edilecek yararlar, olası zararların üstündedir.
Herkesin kanser riski aynı değildir: Test seçiminde ilk
karar noktası, cinsiyet ve yaştır. Kanserin nedenleri başlığı altında
incelediğimiz unsurların bireyde varlığı (söz gelimi tütün içip içmemesi, ailede
sık-erken yaş kanser öyküsü, BRCA mutasyon varlığı, HBV ile enfekte olup
olmaması, riskli bir işte çalışmak gibi) ek faktörler de tarama testi kararını
etkileyebilir.
Tıbbın tarama yapılması konusunda uzlaştığı testleri,
(bireysel riskleri ön plana almadan) ortalama bireyler için daha çok yaş ve
cins bağlamında paylaşacağım. Günümüzde
genel toplum için meme, rahim ağzı, kalın bağırsak ve akciğer kanserleri için
kanser taraması yapılması konusunda uzlaşı vardır.
***
Meme kanseri: Taramada en
büyük yarar 50-69 yaş arası kadınlaradır.
Ama BRCA mutantlarında ve/veya birinci derece akrabalarında meme kanseri öyküsü
olanlarda taramaya daha erken (mesela 40 yaşında) başlanabilir. Kabaca 70 yaş
sonrası hem oran düştüğü, hem de kanser görece daha iyi seyrettiğinden tarama
şart değildir.
Farklı tarama araçları vardır: Mammografi en yaygın tarama testidir. Düz röntgen (film)
mammografi, -bilgisayar destekli- dijital mammografi (DM), -farklı açılardan
çekimle üç boyutlu (3D) değerlendirmeye imkân sağlayan- dijital meme
tomosentezi (DBT), iki açıdan değerlendiren 2D mammografi (S2D) şeklinde
uygulanabilir. Mammografi daha az başarılı olduğundan yoğun meme dokulularda,
kanser riski yüksek olanlarda ve radyasyon riskinden fazlaca endişe duyanlarda
manyetik rezonans (MR) görüntüleme tercih edilebilir.
Özel durumlar dışında önerilen tarama sıklığı her 2 yılda bir şeklindedir.
Bir dönem çokça önerilen kadınların kendi kendilerine
memelerini muayenelerinin kanser kaynaklı ölümleri azaltmaya fazla bir
katkısının olmadığı tespit edilmiştir.
***
Rahim ağzı kanseri: Cinsel
aktivite başlamışsa, HPV aşısı yapılmış dahi olsa taramalara 21 yaşından sonra başlanması ve 65 yaşına
kadar sürdürülmesi önerilir.
Testler rahim ağzından alınan sürüntü incelenerek yapılır. İki şekildedir: Pap smear testinde
hücrelerdeki anormallik değerlendirilir. HPV testi ise HPV virüsü olup
olmadığını belirler ve varsa (yüksek veya düşük riskten) hangi tiplerin
olduğunu saptayabilir. Pap smear daha az, HPV testi daha iyi değerlendirme
imkânı sunar.
Test tercihi ve test aralıkları konusunda farklı protokoller
vardır. En çok önerilen, 21-29
yaşlarında her 3 yılda bir Pap smear; 30-65 arası her 5 yılda bir HPV testi veya
her 3 yılda bir Pap smear testi yapılmasıdır. İki testin bir arada
uygulanması elbette çok daha etkilidir. Aslında risk derecesi ve test
sonuçlarına göre, değerlendiren hekim farklı önerilerde bulunabilir.
Son on yılda en az 3 Pap smear testi veya iki HPV testi
bakılıp sorun saptanmamışsa ve geçmişte rahim ağzı kanseri gibi bir durum
yaşanmamışsa 65 yaş sonrası testlere devam etmeye gerek yoktur. Tabii ki, bir
nedenle rahim tümüyle ameliyatla alınmışsa da test söz konusu değildir.
***
Kalın bağırsak kanseri: Taramaların
genelde (kalın bağırsak kanserinin giderek daha genç yaşlarda ortaya çıkma
eğilimi gözetilerek) 45 yaşından sonra
başlatılıp (ileri yaşlarda da risk artışı devam ettiğinden) ömrü boyu sürdürülmesi iyi olabilir. 76
yaş ve sonrası tarama kararının bireysel verilebileceği de söylenmektedir.
Ancak (Crohn, kolitis ülsroza) iltihaplı bağırsak hastalarında,
familyal adenömatöz polipozis veya herediter non-polipozis kolon kanseri için
aile öyküsü olanlarda, günde 3 kadehten fazla alkol içenlerde taramaya daha
erken yaşlarda başlamalı ve genelde önerilenlerden daha sık aralıklarla
taramalar sürdürülmelidir.
En basit yöntem dışkıda
gizli kan incelemesidir. Kimyasal yolla 3 farklı dışkı örneğinde bakılan
gFOBT testine göre tek bir dışkı örneğinde antikorla bakılan FIT daha
güvenilirdir. İlkini yılda bir, ikinciyi her 1-3 yılda bir baktırmak gerektiği
söylenmektedir.
En iyi tarama yöntemi daha verimli
inceleme yanında poliplere müdahale imkânı sunduğu için kolonoskopidir.
Genelde (riski yüksek olmayanlarda) on
yılda bir bakılması yeterli olabilir. Bilgisayar destekli tomografi (sanal
kolonoskopi) bir diğer alternatiftir ama önerilen tarama aralığı 3 yıldır.
Kadınlarda yaklaşık olarak kalın bağırsak kanserlerinin %49,
erkeklerde %65’inin görüldüğü sigmoid bölge ve rektum denen kalın bağırsağın
son bölümlerinin incelendiği sigmoidoskopi taramasını (daha kolay olduğundan)
yeğleyenler için önerilen tarama aralığı her 5 yılda birdir.
Görsel incelemelerin dışkıda kan (özellikle FIT) testleriyle
birlikte uygulanmasıyla, önerilen aralıkları biraz daha açmak da bir
alternatiftir.
Taramalar sırasında polip saptananlarda, polipin biçim,
büyüklük, patoloji sonucuna göre ilgili hekimler, tarama sıklığı önerisini
değiştirebilirler.
***
Akciğer kanseri: İçtiği
sigara miktarı, yıl ile paket sayısı çarpımı 20 (yıl-paket) ve üstü olup halen içenlerle, sigarayı bırakma süresi 15 yılı geçmemiş olanlara tarama
önerilmektedir. (Buna göre mesela 20 yılı aşkın süre günde bir veya 10 yılı
aşkın süre günde 2 paket sigara içenler bu kapsamdadır.) Ancak sorun saptanırsa
operasyona razı olmayacaklarla ciddi sağlık sorunları nedeniyle ameliyatı
kaldıramayacaklar için tarama gereksizdir.
Düz akciğer röntgeni veya balgamdan hücre (sitoloji)
incelemesi çok etkili değildir. Önerilen inceleme “düşük doz bilgisayarlı tomografi (LDCT)’dir.
Taramanın her yıl
veya 2 yılda bir yapılmasını öneren protokoller vardır.
***
Prostat kanseri: Yakın
zamana kadar olağan tarama öneri listesinde kendine yer bulan prostat kanseri
artık listeden çıkarılmaya başladı. Her ne kadar (hekimin elle muayenesiyle
birlikte) PSA testi erken tanı olanağı sağlasa da, çoğu tümör yavaş büyür ve
bunların önemli bir kısmı ılımlı seyirlidir. Bazı saldırgan (agresif) tümörlere
ise tedavi de fayda sağlamayabilmektedir. Kanser tanısı alan çoğu hastanın bir
başka nedenle hayatını kaybettiği gözlenmektedir. Kuşkulu PSA testlerinden
sonra başvurulan prostat biyopsisinin sevimsizliği de bir unsurdur.
Ayrıca PSA tek başına çok güçlü bir gösterge değildir. Bu
zafiyet, (daha düşük oranların kanser lehine yorumlandığı) serbest PSA’nın
oranına bakılarak, PSA kan seviyesi prostat bezi hacmine bölünerek, PSA
düzeyinin iki katına çıkma zamanı değerlendirilerek giderilmeye çalışılmıştır.
Son dönemlerde daha duyarlı bir ölçüm olan iso
PSA ve daha özel bir form olan pro
PSA’ya (ve bunun serbest PSA’ya oranına yani %p2PSA’ya) bakılarak daha etkin tarama yapılabileceği
düşünülmektedir. Önümüzdeki dönemde veriler biriktikçe prostat kanser tarama
protokolü değişebilir.
Elle muayene sonrası idrarda bakılan PCA3 mRNA ve PSA mRNA
genetik testlerinin yüksekliği de prostat kanseri tanısını güçlendirebilir.
Karaciğer kanseri: Sirozlu
veya –sirozlu olmamakla birlikte aktivitesi yüksek hepatitli yahut ailesinde
karaciğer kanseri bulunan HBV ve HCV’li hastaların tercihen ultrasonografi,
bazı özel hallerde bilgisayarlı tomografi (BT) veya manyetik rezonans
görüntüleme (MRI) ile takibi önerilir. Gözetimin serum alfa-fetoprotein
(AFP) ölçümüyle desteklenmesi işe yarayabilir. Tarama aralığı takip eden
hekimin farklı bir önerisi yoksa her altı ayda birdir.
Mide kanseri: Genel toplum
için tarama önerilmez. Ama (kronik atrofik gastrit, pernisyöz anemi, parsiyel
gastrektomi gibi) bazı hastalıklarda ve ailede mide kanseri öyküsünde –ilgili
uzmanların önerisiyle- endoskopi ile takip yapılabilir. Kolonoskopi sırasında genelde
hasta bilinci orta derecede uyuşturulduğundan (sedasyon), aynı seansta yemek
borusu, mide ve oniki parmak bağırsağı da incelenebilir.
Yumurtalık kanseri: Genel
toplum için tarama önerilmez. Belirti verdiğinde muayene, (transvajinal)
ultrasonografi ve Ca-125 testi tanıya yardım edebilir.
Benzer şekilde belirti
vermedikçe pankreas, testis ve tiroid taramalarının da ölüm riskini azaltmadığı
görüldü. Dolayısıyla bu kanserler için de rutin tarama gereksizdir.
Ağız kanserleri: Asıl amaç
kanser taraması olmamakla birlikte düzenli aralıklarla diş hekimi
ziyaretlerinin fazladan böylesi bir yararı olabilir.
Tümör belirteçleri
Tıp fakültesinde bize tanının %50’sinin hasta sorgusu,
%25’inin muayeneden oluştuğu öğretilirdi. Artık –ayrıntısına girmeden- sorguda
yalnızca (baş ağrısı, öksürük, ishal gibi) belirti adlarıyla yetinildiği ve
muayenenin ortadan kalktığı (bana çok sevimsiz gelen) yeni bir anlayış egemen
oldu. Çok sayıda (bir bölümü gereksiz) tetkik isteyip çıkan sonuçlara göre
karar vermeye çalışılıyor. Halk da buna alıştı. Öyle ki, artık kimi hasta,
doktorlara bazı tahlilleri yaptırtabilmek için gider hale geldi. Yalnızca bu
tetkiklerin tanı koymaya yeteceği beklentisiyle, “tetkiklerime bir bakar mısın?” ricasının olmadığı günüm yok gibi…
Bu anlayışın kanserdeki uzantısı, bazı kan tahlilleriyle
“her hangi bir kanseri olup olmadığını anlamak!”
O tahlillere tıbbın verdiği isim ‘tümör markırları yahut
tümör belirteçleri’dir. Vücuttaki kanserli dokulardan, kan dolaşımına (yahut
dolaşımdan veya doğrudan vücut sıvılarına, idrara, dışkıya) yayılabilecek
unsurlardır.
Ne var ki bugüne
kadar yalnızca bu belirteçlerle birine kanser olup olmadığını söyleme ve
kanseri erkenden tanıma umudu büyük ölçüde boşa çıktı.
Tümör belirteci
olarak ünlenen bu testler bazen kanser olduğu halde kanda yükselmeyebiliyor
(‘yalancı negatiflik ‘) yahut tersine bazen kanser olmadığı halde yüksek
çıkabiliyorlar (‘yalancı pozitiflik’). Bilimsel dille söylersek, bu
testlerin özgüllük ve duyarlılıkları düşüktür.
Şimdiye kadar belki de yüzlerce dostum veya hastamdan, bir
yerlerde (çoğu kere bir neden yokken) baktırıp yüksek çıkan testleriyle, endişe
içinde ne yapmaları gerektiği sorusuna muhatap oldum.
Onlara bu belirteçlerin temel işlevinin (bir belirti veya
doktor bulgusuna dayanmadan) tanı koymak olmadığını, ancak diğer tanı araçlarına yardım edebileceklerini ve daha çok başka
yollarla kanser tanısı konmuş hastaların tedaviye yanıtını, özellikle de
kanserin geri dönüp dönmediğini (yani nüksü) araştırmada işe yaradıklarını
anlatmaya çalışıyorum.
Çok sayıda tümör belirteci vardır. Geleneksel diyebileceklerime
AFP, CEA, ALP, LDH, PAP, NSE, hCG, PRL, kalsitonin, katekolamin ve
metamfetamin, serotonin, PSA, CA 15-3, CA 19-9, CA 125, β-2 mikroglobulin, tiroglobulini örnek
olarak verebilirim.
***
Ama (durun biraz) işler
değişiyor. Her ne kadar, “kolayca mucize umutlarımız bir parça düş
kırıklığı ile sonuçlanmış olsa da” genetik
devrimin şafağındayız. Genom projesi sayesinde, saatler içinde ve çok düşük
bir maliyetle, hücrelerimizde yazılı ‘kurulum ve işletim şifrelerini’ yahut ‘bedenin
işleyişinin tarifelerini’ okuyabilir hale geldik. Şimdilik sorun,
okuduklarımızı anlamakta; henüz tümünü anlayamıyoruz. Ancak her geçen gün
anlamaya bir adım daha yaklaşıyoruz.
Yazı dizisinin başında, tümörün kaynağının büyük ölçüde DNA
(> genlerimizdeki) yazım hataları olduğunu gördük. Genler birer tariftir. O
tarifin ürünleri proteinlerdir (>enzimler, hormonlar…).
Genetik ve moleküler biyoloji sayesinde artık hem tarifteki
hataları hem de bu tarifin yol açtığı hatalı ürünleri tanıyabilme
aşamasındayız. Şimdilik tümörlü dokulardan kana (ve vücut sıvılarına) geçen
serbest DNA (cfDNA, ctDNA) ve mikroRNA gibi unsurları ve dokulardan alınan
biyopsi örneklerinde DNA, RNA ve bunların ürünü olan kimi proteinleri
saptayabiliyoruz.
Şu anda genetik tümör belirteci olarak kullanılanlara TP53,
RB, BRCA1 ve BRCA2, APC, ras, C-myc, bel-2’yi örnek olarak verebilirim.
Son yıllarda tek bir kan (veya vücut sıvısı) örneğinden
birden fazla kanser türünü bulmayı amaçlayan, belirli DNA ve proteinlerin
araştırıldığı ‘çoklu kanser erken tanı
(MCD veya MCED) testleri’ çalışmaları hızlanmış görünüyor. Tahmin
edilebileceği gibi farklı kombinasyonlarla, farklı MCD profilleri söz
konusudur. Henüz çok başarılı olmayan ve FDA (ABD Gıda ve İlaç Dairesi) onayı bulunmayan
bu testler, -geliştirilerek- önümüzdeki dönemde tümör belirteçlerine farklı bir
soluk getirebilirler.
Öyle görünüyor ki, ‘genetik
tümör biyobelirteçleri’, geleneksel tümör belirteçlerinin pabucunu dama atacaklar.
Tümörleri erkenden ve kesin tanıma olanağı sağlayabilecekleri gibi; tümörün
saldırganlık (agressivite) derecesi, hangi tedavilere ne ölçüde yanıt vereceği
gibi ek bilgiler sağlayacaklardır. Belki ileride genlere müdahale ile yalnız
kanserli hücrelerin hedeflendiği, yan etkisiz tedavi şeklinde daha da fazlası
yapılabilir.
Önceki Bölüm: Kanser-4: Kanser Önlenebilir mi?
Yorumlar
Yorum Gönder