Cildinin kırışmasını istemeyenler için: (1) Cildin düşmanları
Her şey gibi, bizler de doğumdan itibaren eskimeye başlarız. Bedenimizin yıpranan hücreleri belli aralıkla yenilemesi, bu eskimeyi -tümden- önlemeye yetmez. Yıllar geçtikçe yıpranma hem hızlanır, hem de daha görünür hale gelir. Bir yerden sonra eskime ‘yaşlanma’ olarak adlandırılmaya başlar.
Bir ambalaj malzemesi gibi bedenimizi sarmaladığından,
cildimiz, eskime ve yaşlanmanın kendini ilk gösterdiği yerdir. Özellikle
yüzümüz ve ellerimiz yaşımızı kolayca ele verir.
Bu yazı cildinin yaşlanmasını yavaşlatmak isteyenler içindir.
***
Yaşlanmanın gizemini hâlâ çözebilmiş değiliz. Canlıların
tasarımında her türe özgü, sınırlı bir ömür biçildiğine ilişkin güçlü kanıtlar
var. Doğa, hasarları sürekli onarmak yerine, eskiyen bireyleri saf dışı bırakıp
-üremeyle- yenilerini yaratma yolunu tercih etmiş görünüyor. Farklı hücre
gruplarına farklı ama sınırlı sayıda yenilenme hakkı tanındığı; her hücre
bölünmesinde (telomer kısalmasıyla) bu hakkın tüketildiği düşünülüyor.
Bedeni hor kullanmanın bu sınırlı süreyi kısaltacağı yahut
tersine özen göstermenin uzatacağından şüphe duyulmuyor. Her bir hasar yapıcı
tutum ve davranış (ya DNA’mıza ve onun onarım kapasitesine verdiği zararla, ya
da farklı vücut kısımlarının yapı ve işlevini bozarak) eskiyip yıpranmamıza neden
oluyor. Bozulmalar birbirine eklenerek giderek kötüleşiyor.
Cildimiz de -doğal olarak- bu süreçleri yaşıyor. Yani hem
evrimin biçtiği zamana bağlı şekilde yaşlanıyoruz, hem de yaptığımız -ve
aslında önleyebileceğimiz- bazı yanlışlıklarla bu süreci hızlandırabiliyoruz.
Konunun uzmanlarına göre, cildin yaşlanmasında aslan
payını önleyebileceklerimiz oluşturuyor (ki, bunu bir fırsat olarak
görebiliriz).
***
Çağımızın en önemli sağlık sorunu; kötü beslenme,
hareketsizlik, kronik stres zemininde gelişen ve (birbiri peşi sıra ortaya
çıkan) yağ depolama kapasite aşımı, şeker hastalığı, yüksek tansiyon, kan
yağları bozukluğu ile sonunda ortaya çıkan kalp ve damar hastalığıdır. Kan
dolaşımının bozulması bedenin her yeri gibi cildi de olumsuz etkiler.
Sigara kalp ve damarlar ile solunum yolları başta olmak üzere
verdiği genel zararlar yanında, bir yandan dumanıyla cildin bozulmasına katkı
sağlarken, bir yandan da ağız çevresinde kırışıklıklara neden olur.
Cildimiz bedenin ilk savunma hattı gibidir. Bu yüzden -başta
fosil yakıt kaynaklılar olmak üzere- hava kirliliği, su kirliliği, çeşitli
kimyasallar, irili ufaklı travmaları göğüslemek zorundadır. Kaçınılmaz olarak
her birinden az veya çok zarar görür.
Ama en büyük cilt düşmanını en sona bıraktım: Güneş ışınlarını...
Mevcut bilgiler, cildin yaşlanmasındaki en önemli unsurun, -açık ara-
güneş olduğunu söylüyor. Cildin
yaşlanmasındaki sorumlulukta güneşe %80-90 gibi çok yüksek bir pay biçiliyor.
Cildin en büyük düşmanı güneştir
Dünyamıza enerjisiyle hayat veren güneş, devasa bir nükleer
yakıt üreticisidir. Enerjisi (‘güneş ışını’ dediğimiz) elektromanyetik dalgalar
halinde uzaya yayılır.
Dalgalar, dalga
boylarına ve bir saniyedeki dalga sayısına (yani frekanslarına) göre muazzam
bir çeşitlilik gösterir. Dalga yelpazesinin bir ucunda dalga boyları
kilometrelerce uzunluğa varan radyo dalgaları, diğer ucunda 1 metrenin milyar
kere milyarda biri mertebesinde gama ışınları vardır.
Radyo dalgalarında olduğu gibi, ışınların dalga boyları uzadıkça frekansı azalır ve ulaşabilecekleri mesafe yani menzili büyür. Buna karşılık, gama ışınlarında olduğu gibi, dalga boyu kısaldıkça frekansı ve enerjisi artar.
Uzunca bir süre, ışınların bir dalga mı, yoksa bir parçacık
mı olduğu tartışması fizikçileri çok meşgul etmişti. Artık onların (ne dalga,
ne parçacık) hem dalga, hem parçacık oldukları konusunda fikir birliği var.
Işınlar, dalga boyları (>menzilleri) ve frekanslarına (>enerjilerine)
ve de çarptıkları varlıkların fiziksel ve kimyasal özelliklerine göre
karşılaştıkları varlıklarla etkileşirler: Çarpıp yansıyabilirler, cisim
tarafından soğrulabilirler yahut varlığın içinden geçip giderler.
Güneşten uzaya yayılan ışınların pek azı saniyede yaklaşık 300.000
km hızla, 150 milyon kilometrelik bir yolu 8 dakikada kat ederek gezegenimize
ulaşır. Onların da bir bölümü atmosferden uzaya yansır veya atmosferce emilir.
Yeryüzüne ulaşmayı başarabilenler kabaca üç gruptur:
Yaklaşık %42’si görebildiğimiz ve bize renk cümbüşü sunan görünür ışıktır.
Kalanı göremediğimiz ama varlığını bize etkileriyle hissettiren %55 oranında
kızılötesi (infrared), %3 oranında morötesi (ultraviole: UV) ışınlarıdır.
Yorumlar
Yorum Gönder