Cildinin kırışmasını istemeyenler için: (3) Ne yapabiliriz?

Yazının önceki bölümlerinden, cildin yaşlanmasında (%80-90 gibi) çok yüksek oranda (görünür ışık ve onun bir fraksiyonu olan mavi ışık ve kızıl ötesi dahil) güneş ışınlarının sorumlu olduğunu; UVB kadar, hatta daha fazla UVA’yı (ve özellikle UVA 1’)i dikkate almamız gerektiğini biliyoruz. (Bkz: Işığın bedelini cildimiz öder).

Ve demek oluyor ki, güneş ışığının dik geldiği öğle saatlerinde ve yazın güneşten sakınmak UVB açısından iyidir ama UVA’dan korumaz! Yahut güneşin bulutlarca gölgelenmiş olması ve pencerenin ardında bulunmak için de aynı şeyler söylenebilir. Gölgede olmak UV’yi %50-90; havanın bulutlu olması -bulutun özelliklerine göre- UV'yi %11-69 oranında azaltmakla birlikte riski ortadan kaldırmaya yetmez. Giysi ve şapkalar bile işe yarasalar da tümüyle korumayabilir.

Ayrıca ışığın doğrudan bize çarpması gerekmediğini unutmamak gerekir. Yazının önceki bölümünde ışık dalga/parçacıklarının birer mermicik gibi davrandığını; çarpınca delip geçebildiğini veya (bir mermi gibi) sekip yansıyabildiğini yazmıştım.

Özellikle kar, su, kum ve beton (%90’a varabilen oranlarda) çok iyi yansıtıcılardır. Kar demişken, (özellikle kayak yapmaya yüksek yerlere gidenlerde) yüksek rakımda bulunmanın -güneşe yakınlık ve filtrasyon olasılığının azalması sebebiyle- zarar görme şansını artırdığını not etmek gerekir. Deniz seviyesinden her bin metre yüksekliğin, UV yoğunluğunu yaklaşık %6 artırdığı kabul edilir.

Tüm gün evde-ofiste kapalı kalsak bile, ekran ve lambalardan yansıyan mavi ışığın da cildi yaşlandırabileceğini de belirtmiştim.

Karanlıkta yaşayamayacağımıza göre, cildimizin yaşlanmaması için güneş ve mavi ışık için neler yapabiliriz?

***

Tümüyle korumasa da bazı tedbirler, zarar görme riskini azaltır ve elbette önemsenmelidir:

Cildi hassas ve yaşlanma konusunda tedirginler için araç ve evlerin camlarında kullanılabilecek UVA filtreleri vardır.

Geniş siperlikli şapkalar ve kolu ve bacağı örten giysiler -kısmî filtrasyonla- işe yarayabilir. Bunun için daha sıkı dokunmuş, kalın, koyu renkli kumaşlar tercih edilmelidir. (Kumaşlar UV koruma faktörü UVP ile derecelendirilebilmektedir.) Giysilerin ıslanmasının koruyuculuğu azalttığını göz önünde tutmak gerekir.

Koronavirüs gibi hastalıklardan korunma veya bir başka amaçlı maske kullanımı, (giysilerde olduğu gibi) -maske malzemesine ve rengine göre farklı derecelerde olmakla birlikte- ışın zararını azaltsa da, tümüyle engellemez!

Hem UVA, hem UVB’ye karşı koruma sağlaması koşuluyla (ve yanlardan sızmayı önleyebilenlerin tercihiyle), güneş gözlükleri güneşin göze zararlarını önlediği gibi, -kolayca kırışan- göz çevresi cildini de koruyabilir.

Paylaştığım bilgilerden sonra, solaryum veya güneş lambaları yardımıyla yani yapay UV ışınlarıyla bronzlaşmanın önerilmediğini söylemeye gerek yok sanırım.

Mavi ışık nedeniyle ekran başında geçen süreler sınırlandırılmalı, hiç olmazsa molalar verilmelidir. Cihazların aydınlık ve parlaklık ayarları azaltılabilir ve ekran filtreleri işe yarayabilir. Koruyucu ‘bilgisayar gözlükleri’ de bir seçenektir.

***

Ancak, saydığım tüm önlemlerden çok daha önemlisi, güneşten koruyucu ürünler kullanmaktır.

 

Güneş kremi: Ne zaman, hangisi, ne kadar?

Doğrudan güneşe maruz kalmamak, güneşin eğik geldiği saatler, güneşsiz mevsimler, bulutlu hava, cam, giysiler bile güneşe tam koruma sağlamıyor; üstelik ekran ve lambalar bile cilde hasar verebiliyorsa; güneşten korunma tedbirlerinin en başına tartışmasız şekilde güneşten koruyucu ürünleri koymak gerekir.

Cildinin yaşlanmasını yavaşlatmak ve cilt kanser riskini en aza indirmek isteyen biri için, en iyisi, güneşten koruyucuları ömrü boyunca ve ışığa maruz kaldığı sürece hayatının bir parçası haline getirmektir. Güneş ışınlarının neden olduğu serbest radikalleri önlemesi sebebiyle, bu önlemin genel sağlığa da olumlu yansımaları olacaktır.

***

Güneşten koruyucular organik (veya kimyasal) ve inorganik (veya fiziksel) şeklinde iki ana gruptur. (Buradaki ‘organik’ ifadesinin, sebze ve meyveler için kullanılan “doğal yollarla üretilen” anlamındaki ‘organik’ ile bir ilgisi yoktur! Karbon omurgasına sahip oldukları için kimya jargonuna uygun olarak- böyle adlandırılırlar.)

Organik veya kimyasal güneşten koruyucular:

Karbon, hidrojen ve oksijen içeren kimyasallardır. Etkilerini UV ışığını soğurarak (absorbe ederek) gösterirler. Her bir farklı kimyasalın soğurduğu dalga boyu spektrumu farklıdır. Buna göre de UV yelpazesinde önleyebildiklerinin kapsamı farklılık gösterir. Yazıya eklediğim tablodan her birinin -daha çok- UV’nin hangi dilimine karşı koruma sağladığını görmek mümkündür.

Organiklerden yalnızca Avobenzon’un UVA 1’e karşı tam koruma sağlayabildiğine dikkat çekmek isterim. Ancak -tek başına- dayanıklılık süresi kısadır. Diğer bazı organikler, titanyum di oksit veya oksidanlarla kombine edilerek bu sorun ortadan kaldırılabilmektedir. Ancak, demir gibi ağır metallerle renkli kompleksler oluşturup nesneleri boyayabilmesi mümkündür.

Organik güneşten koruyucuların soğurarak tesir etmesinin iki olumsuz yanı vardır: İlki, soğurma kapasitesine yaklaşıldıkça, soğurma imkânının giderek azalmasıdır. Diğeri de soğurmanın bazı yan ürünler ortaya çıkarabilmesi ve bu ürünlerle ilgili güvenlik kaygılarıdır. 

İnorganik veya fiziksel güneşten koruyucular:

Mineral oksit bileşikleridir. Güneş ışınlarını -soğurmaktan çok- saçarak ve yansıtarak bariyer şeklinde etki gösterirler. Bu yüzden de organik gruba kıyasla daha güvenli kabul edilirler ve etkinliklerini daha uzun süre koruyabilirler. Sistemik emilimleri olmadığı gibi daha az tahriş ederler ve daha az alerjiktirler.

İnorganiklerin bir başka avantajı geniş spektrumlu olmalarıdır. Şu anda mevcut güneşten koruyucular içinde, yalnızca bir ürün tercih edilecekse bu ürünün inorganiklerden biri olan ‘çinko oksit’ olması gerektiği konusunda fikir birliği var gibidir. Çünkü çinko oksit; UVB, UVA2, UVA1’in üçüne birden etkili koruma sağlayabilir.

Ancak inorganiklerin sevimsiz yanı, sürüldüklerinde cildi ‘beyaza boyanmış’ görünümüne sokmalarıdır. Zor sürülmesi, yağlı ve yapışkan hissi uyandırması da cabasıdır. Son yıllarda söz konusu sorunlar, bu mineralleri nanopartikül veya mikronize denilen çok çok küçük parçalara dönüştürerek çözülmüştür. Böylelikle ‘inceltilmiş’ hali, daha kolay sürülebilmekte ve beyaza boyanmış görünüm sorunu ortadan kalkmaktadır. Buna karşılık -inorganiklerdekine benzer- sistemik emilim ve güvenilirlik tartışmaları başlamıştır. Kısa dönemde önemli bir sorun yok gibi durmakla birlikte -henüz- uzun dönem için yeterli veri yoktur.


Güneşten koruyucular; cilt kanserine toplumda artan duyarlılık ve kozmetolojinin yükselen trendi nedeniyle endüstrinin yoğun ilgi alanlarından biridir. Her geçen gün -krem, jel, losyon, köpük, çubuk, toz gibi- farklı formülasyonlarda yeni ürünler sunulmaktadır. Giysileri lekelemeyen, suya dayanıklı, kolay sürülebilen, hoş kokulu, daha uygun fiyatlı ürünler için piyasada yoğun bir pazar payı savaşı vardır. Genelde krem ve süt formundakiler (emülsiyonlar) kolay sürülürken; jel, yağ ve stikler suya daha dayanıklıdır.

‘Kanaat önderi’ durumundakilerin bilinçli yaklaşımları, -ABD’de FDA gibi- farklı ülkelerin düzenleyici kurumlarının yaptırım ve önerileri; daha etkin korumayı ürün tercihinde daha üst sıralara taşımaya başlamıştır.

Bu bağlamda, çoğu ürünün ışın yelpazesinin sınırlı bir bölümüne koruyuculuk sağlayabilmesi, farklı ürünleri bir araya getirerek (kombinasyonlarla) bu açığı kapama çözümünü doğurmuştur. Şimdilerde bu tür kombine ürünlerin sayısı hayli fazladır.

***

Koruma derecesi denince, en çok konuşulan şey, ‘güneş koruma faktörü (Sun Protection Factor) yani SPF’tir. SPF, UV ışınına maruz kalındığında ‘kızarıklık (eritem)’ önleme yeteneğinin bir ifadesidir. Ne var ki, kızarıklığın temelde UVB (kısmen de UVA 2) fraksiyonunun bir göstergesi olduğunu, -cildin yaşlanması açısından daha önemli olan- UVA 1 için çok iyi bir gösterge olmayabileceğini biliyoruz.

Yeni bir ölçüt geliştirinceye kadar SPF bize rehberlik etmeye devam edebilir. Yeterli miktarlarda kullanıldığında SPF 15, 30 ve 50’nin -kızarıklık oluşturmaya karşı- koruyuculuğu sırasıyla % 93, 97 ve 98’dir. Günlük kullanımda SPF 15, açık havada 30 ve üstü, güneşin yoğun hallerinde 50 tercih edilebilir.

Ama -koruma etkinliğinde- en az SPF derecesi kadar önemli olan şey, yeterli miktarlarda kullanımdır. Çünkü araştırmalar, genelde güneşten koruyucuların olması gerekenden daha az miktarda kullanıldığını ve yenilenmesi gereken sürelere uyulmadığını göstermiştir. Tüm vücut için -tek seferde- önerilen miktar kabaca 30-45 mL’dir. Bu 6-9 çay kaşığına denk gelir. Miktar yüz ve boyna yarımşar, gövdenin ön ve arka yüzüne birer, üst üyelere yarımşar, alt üyelere birer çay kaşığı şeklinde paylaştırılabilir. Önerilenin yarısını uygulamak SPF değerini yarıya indirme anlamı taşır.

Koşullara göre uygulamanın her 2-4 saatte bir ve yüzme, egzersiz, terleme, havluyla kurulama sonrası tekrarlanması gerekir.

Uygulama güneşe çıkmadan 15-30 dakika önce yapılmalı ve -uygulama sonrası giysi giyilecekse- giyinmeden önce 10-20 dakika kadar beklenmelidir.

Güneşten koruyucu ürünlerin alerji ve tahrişe yol açabilmeleri mümkündür. Özellikle organik olanların -yüzme sırasında suya karışıp- mercan resiflerini bozabildikleri bildirilmiştir.

***

SPF’in güneşten koruma derecesini tam yansıtamayışı yeni arayışlara yol açmıştır. Bunlardan biri, daha çok UVA’ya karşı koruma yeteneğini yansıtan ‘kalıcı pigment koyulaşması (persistent pigment darkening: PPD)’, bir diğeri UV kaynaklı bağışıklık baskılanmasını önleme yeteneğini yansıtan ‘bağışıklık koruma faktörü (immune protection factor: IPF)’dir. Muhtemelen çok yakın bir zamanda SPF’in yerini bir başka standardın alması sürpriz olmayacaktır.

Şimdilik ürün seçerken SPF yanında UVA’ya, özellikle de UVA 1’e karşı koruyuculuğun olup olmadığı kontrol edilmeli; hiç olmazsa ‘geniş spektrumlu’ ifadesi aranmalıdır. (Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi FDA, 2012’de getirdiği bir kuralla, bir ürünün ‘geniş spektrumlu’ olarak etiketlenebilmesini, ürünün ‘kritik dalga boyunun {critical wavelength: CW} 370 nm ve üstünde olması koşuluna bağlamıştır.)

Ayrıca ürünün ‘son kullanma tarihi’ kontrolü ihmal edilmemelidir. Çünkü son kullanma tarihi belirtilmemişse, genellikle 3 yıldan fazla olmayan bir raf ömrüne sahiptir. Yüksek sıcaklıklara maruz kaldığında raf ömrü daha da kısadır.

***

Cildin ışınlar marifetiyle yaşlanması, zararın an be an üst üste eklenmesiyle ortaya çıkan ‘birikimli’ bir süreçtir. Bu yüzden önerilen, yaşam boyu korumadır. İlk 6 ayda bebek cildinin hayli farklı özellikleri nedeniyle güneşten koruyucu önerilmezken, 6. aydan başlayarak korumanın başlamasının uygun olacağı söylenmektedir.

Işına maruz kalma derecesi ve ürüne göre, (daha önce de söylediğim gibi farklı durumlar için SPF 15, 30, 50 gibi) farklı SPF’lerde ürünlerin kullanılması mümkündür.

***

Son yıllarda D vitamini geniş halk kesimlerinin yoğun ilgisini kazandı. Yapabilecekleri sıklıkla abartılsa da bu ilgiyi hak ettiğine şüphe yok.

Normalde -doğal yollardan- D vitamini üretimi cildimizde, güneşin etkisiyle ortaya çıktığından, güneşten korumanın D vitamini üretimine zarar vereceği açıktır. Bu bir “yardan mı geçmeli, yoksa serden mi?” meselesi olmayabilir: Çünkü D vitamini takviyesi ucuz ve güvenilirdir. En iyisi, güneşten korunmayı önceleyip, D vitaminini takviye olarak almaktır. Kozmetik kaygıları önde olanlar için yüz, boyun ve el korumasıyla (diğer beden kısımlarını güneşe sunarak) güneşlenme alternatif bir çözümdür.

***

Yaşam tarzımızın, genel vücut sağlığımızla birlikte cilde de yansıdığını hatırlatmadan geçemeyeceğim.  Sağlıklı beslenmeli, yeterince su içmeli, egzersizi yaşamımızdan eksik etmemeli, stresle baş etmeyi öğrenmeli, uykuya özen göstermeli ve sigara (ve diğer tütün ürünlerinden) uzak durmalıyız.


Önceki Bölüm: (2) Işığın Bedelini Cildimiz Öder

Sonraki Bölüm: (4) Ya cildimiz çoktan kırışmışsa...

 

Yorumlar

  1. Bu konuyla ilgili kafamızdaki tüm soruların cevabını verdiğiniz için çok teşekkür ederim.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Doğrusu onbin adım mı?

B12 vitamini düzeyinin yüksekliğine sevinmeli miyiz? Yoksa…

Erken teşhiste kanser belirteçlerinin değeri