Kolajen desteği almalı mı?

Kolajen sağlık için elzem, kozmetik yönden değerlidir

Kolajen bedenimizin çok önemli bir bileşenidir. Vücudumuzdaki trilyonlarca hücreyi birer tuğlaya benzetirsek, kolajeni bu yapıyı bir arada tutan harç veya tutkal gibi düşünebiliriz. Dokulara belirli bir esneklikle birlikte sağlamlık kazandırır.

Kolajen bedenimizin hemen her yerinde karşımıza çıkar. Ama özellikle kemik, kas, kiriş ve bağlar yani hareket sistemi ile cildimiz kolajenin en bol bulunduğu yerlerdir. Eklemlerimizdeki kıkırdağın %60’ını, cildin kuru ağırlığının yaklaşık %75’ini kolajen oluşturur.

Kolajeni de içeren proteinlerin canlılarda yapısal rolleri ve işlevleri bakımından yaşamsal öneme sahip olduğunu biliyoruz. İnsan vücudundaki protein toplamının %30 kadarını kolajen oluşturur.

Sonuçta kolajen sağlık için elzem olduğu kadar -özellikle cildimiz nedeniyle- kozmetik açıdan da değerlidir.

***

Pek fark etmesek de, bedenimiz sürekli yenilenir. Farklı dokularda, farklı aralıklarla bir kısım hücreler ölürken, yerlerine yenileri yapılır.

Normalde bu ölümlerle doğumlar arasında bir denge vardır. Ama erken yaşlarda doğum, ileri yaşlarda ölüm öne geçmeye başlar. Yani yaş ilerledikçe, kaybedilenler eskisi ölçüsünde yerine konamaz olur.

Yaşam tarzımızda yaptığımız bazı hatalar, bu süreci hızlandırıp bizi daha erken yaşlandırabilir.

***

Doğal olarak kolajen de bu yıkım-yapım sürecine tabidir.

Yaşlandıkça kolajen üretimi azalır ve kalitesi düşer. Yıkım, yapımın önüne geçmeye başlar. Yirmili yaşlardan başlayarak her yıl %1’lik bir kolajen kaybı yaşadığımız düşünülmektedir. Bu -öncelikle- cildin esnekliğinin azalması, kırışması, sarkmaya başlamasıyla; tırnaklarda bozulma ve saçlarda incelmeyle kendini gösterir. Er geç, buna hareket sistemi ve özellikle eklemlerdeki sorunlar eklenir.

Kolayca tahmin edilebileceği gibi, kolajen kaybı önemli bir sorundur.

Her önemli sorunda olduğu gibi, bu konuda neler yapılabileceği, üstünde durulmayı fazlasıyla hak eder.

 

Kolajen desteği çılgınlığı

Endüstri, “kolajen eksiklik ve bozukluklarını dert etmememizi, kolajen takviyeleriyle sorunun çözülebileceğini” söylüyor. Pek çok firma; bu yolla cildi gençleştirmeyi, saç ve tırnakları güçlendirmeyi, eklem ağrılarından kurtarmayı, kemik kaybını önlemeyi vaat ediyor.

Bu iddia ile her geçen gün pazara -hap, toz, krem, sıvı, enjeksiyon şeklinde- farklı bir ürünün verildiğini görüyoruz. Geçenlerde bir eczanede, farklı ürünlerden oluşan, bol seçenekli -dağ gibi yığılmış- bir öbeğe tanık oldum. Artık marketlerde de kolajenli ürünler satılır hale geldi. Yeni bir destek çılgınlığıyla karşı karşıyayız gibi görünüyor.

Reklamlarda dile getirilen gençlik, güzellik, esneklik, güç ve hareketlilik vaadi konusunda haklı olabilirler mi?

***

En başından, “haklı olabilirler mi?” sorusuna kolayca “evet” diyebilmenin mümkün olmadığını söyleyebilirim.

İlk problem, ağızdan alınan kolajenin bağırsaklardan emilimiyle ilgili…

Vücudumuz her türlü giriş ve çıkışın titizlikle yapıldığı kapalı bir su torbası; sindirim sistemi bu torbanın ortasından geçip giden bir boru gibidir. Ağızdan aldığımız her şeyin vücuda girebilmesi için, öncelikle çok çok küçük parçalara ayrılması gerekir.

Kolajen -sıkıca birbirine sarmalanmış- üç uzun zincirden oluşan bir proteindir. Her protein gibi, kolajen zincirleri de yüzlerce zincir halkası yani aminoasidin yan yana gelmesiyle oluşur.

(Kolostrumla bazı proteinleri ‘endositoz’ yoluyla doğrudan alabilen) Altı aylık olana kadarki bebekler dışında; insanlarda proteinin bağırsaktan (uzun bir zincir halinde) olduğu gibi geçmesi imkânsızdır. Bağırsaktan emilebilmesi için, proteini oluşturan her bir aminoasit zincir halkasının açılması ve her halkanın yani her aminoasidin birer birer vücuda girmesi, temel mekanizmadır. Az sayıda aminoasidin ikili veya üçlü halkalar şeklinde (di veya tri ‘peptit’ halinde) geçişi mümkün ama nadirdir.

Demek oluyor ki, ağızdan aldığımız kolajen bağırsakta parçalanır ve çoğu tekli aminoasitler, az bir kısmı peptit dediğimiz ikili veya üçlü aminoasitler şeklinde vücuda alınır. Bunun anlamı, barsaktan emildikten sonra, onun artık kolajen olmadığıdır.

Endüstri de bu problemin ve -haklı- tereddütlerin farkındadır. Bu yüzden en başlarda eksikliği (domuz, sığır, balık gibi) hayvanlardan sağlanan -doğrudan- kolajenle (veya onun pişirilmiş hali diyebileceğimiz jelatinle) gidermeye çalışırken, zamanla ürünü peptitlere dönüştürerek sorunu çözmeye çalıştı.

Şu anda piyasadaki ürünlerin çoğu, ikili veya üçlü aminoasitlerden oluşan peptitler halindedir ve ‘hidrolize kolajen (/kolajen hidrolizat)’ biçiminde pazarlanmaktadır.

Ne var ki, bunun sorunu çözmeye yetmeyeceği açıktır: (Yukarıda çizdiğim görselden de izlenebileceği gibi) sindirim kanalından bağırsak epiteline ulaşan peptitlerin büyük bir çoğunluğu burada aminoasitlere dönüşmekte ve öylece kana karışmaktadır.

Ayrıca, ne kadarı geçerse geçsin, kana karışanlara artık kolajen deme imkânı olmadığını bir kez daha vurgulamak isterim.

***

Sorun emilimle de bitmemektedir. Kolajeni oluşturan malzemelerin (yani aminoasit ve peptitlerin), kandaki varlığı, onun kolajene dönüşeceğinin bir garantisi olmadığı gibi, arzuladığımız yerdeki kolajene dönüşme beklentisi de fazlasıyla iyimserdir.

Kolajen yapım-yıkım dengesizliğindeki asıl sorun, malzeme eksikliğinden çok, (fibroblast denilen öncül hücre aktivasyonunda gerileme nedeniyle) vücudun kendini yenileme heves ve yeteneğindeki azalmadır. Siz ne kadar malzeme yığarsanız yığın, üretim kapasitesi (başka nedenlerle) düşmüş bir yapıyı bu şekilde eski üretim seviyesine getiremezsiniz.

Kaldı ki, -ağızdan alındıklarında- o malzemeleri sizin üretim arzuladığınız yere yönlendirme şansınız yoktur. Vücut malzemelerin nerede ve hangi öncelikle kullanılacağına irademiz dışında karar verecektir.

İnsanlarda 20 çeşit aminoasit vardır ve bunlar vücudumuzdaki sayısız proteinin yapısında yer alır. Proteinler, vücudun temel yapıtaşı ve hemen her işlevin vazgeçilmezi olduğundan, -bedende- (bu proteinlerin yapılabilmesi için) aminoasitlerin ‘taliplisi’ çoktur. Bizim kolajen niyetine vücudumuza aldığımız bu aminoasitlerin hangi proteinlerin yapımında kullanılacağını bilinçdışımız belirler.

Ayrıca, vücuda alınan aminoasitler (ve sınırlı miktarda peptit), -diğer besin unsurlarından (yani karbonhidrat ve yağlardan farklı olarak)- depo edilemezler. Ya o andaki öncelikli ihtiyaca göre bir proteinin yapımında kullanılırlar yahut -o anda ihtiyaç yoksa- yağa veya şekere dönüştürülerek yakıt (enerji kaynağı) olarak kullanılırlar.

***

Cilde tatbik edilen kolajenin tesiri de tartışmalıdır. Cilde -topikal olarak- sürülen kolajen içerikli kremlerin, cildin en üst katmanı olan epidermisi aşıp -kolajenin üretildiği ve ciltte temel yerleşim yeri olan- dermis katmanına ulaşması imkânsız gibidir. Velev ki, aminoasit veya peptit halinde ulaşabilse de, bu onların illa kolajene dönüşeceği anlamına gelmez.

Daha önce de belirttiğim gibi, yapım-yıkım dengesinin yıkım lehine artışı, ham madde eksikliğinden çok, vücudumuzun eksikliği veya hatayı giderme kapasitesinin azalmış olmasındadır.

 

Kolajen desteği almayalım mı?

Şimdiye değin, kolajen desteğinin çok işe yaramayacağı görüşümü tekzip eden (bazısı hakemli tıp dergilerinde yayımlanmış) yayınların varlığı da bir gerçektir! Ama bu yayınların ‘kanıt değeri’, kapsamları ve yöntemleri bakımından zayıftır. Çoğu, üretici firmaların finansmanıyla desteklendiğinden yeterince güvenilir sayılmazlar.

Ve elbette, bir protein olarak kolajen desteğinin -sınırlı- faydası sürpriz olmayabilir. Kolajeni oluşturan aminoasitleri ve/veya peptitleri uygun ve yeterli miktarlarda almak, asıl sorunu malzeme eksikliği olanlarda işe yarayabilir.

Ama malzeme eksikliğini gidermek için illa pahalı ürünler almak zorunda olmayabiliriz. Kolajen sorununda eksikliğin payı varsa, beslenmemizde bazı düzenlemelerle, sorunu daha doğal ve daha ucuz çözebiliriz.

Kolajeni balık, kabuklu deniz hayvanları, kanatlı, dana, koyun gibi farklı hayvanlardan sağlayabiliriz. Ama burada dikkat edilmesi gereken, genelde pek tercih edilmeyen sert kısımlarının; kemik, tendon, kıkırdak ve deri gibi yapıların daha fazla kolajen içerdiğini bilmektir. Bu bağlamda kemik suyu da işe yarayabilir. Yumurta akı ve spirulina da önemli birer kolajen kaynağıdır.

Kolajenin yapısına neredeyse tüm aminoasitler girer. Ama üretimi için glisin, prolin gibi bazı aminoasitlere daha fazla ihtiyaç vardır. Prolin peynir, süt tozu, yumurta akı, balık, rüşeym, lahana, kuşkonmaz ve mantarda; glisin kemik suyu ve hayvan derisinde boldur.

Veganlar, çeşitliliğe özen göstererek; bakliyat, soya, tofu ve tempeh; kabuklu kuru yemiş ve yağlı tohum; yeşil yapraklı sebzeler ve tam tahılla kolajen üretiminde gerekli aminoasit ihtiyacını karşılayabilirler.

Kolajen yapımında katkısı olan C vitamini için turunçgiller, orman meyveleri, yeşil yapraklı sebzeler, brokoli, domates, dolmalık biber, avokado; çinko için kırmızı et, deniz ürünleri, kabuklu kuru yemiş ve yağlı tohumlar, bakliyat, tam tahıl, mantar, kakao, ıspanak; bakır için sığır karaciğeri, kalamar-karides-ahtapot-istiridye gibi deniz ürünleri, fındık-fıstık-kaju, susam, kakao-bitter, tofu; sülfür için soğan, sarımsak, brokoli, yumurta, et ve balık tüketimine özen göstermek iyi olabilir.

Besinleri doğal yolla almanın bir üstünlüğü, -kolajen gibi- pür destek olarak almaktansa, onu (bildiğimiz ve bilemediğimiz) -faydalı- başka besin unsurlarıyla tüketmektir.

***

Kolajen desteği için söylenebilecek iyi şey, para dışında önemli bir kaybın olmamasıdır.

Genelde çok ciddi bir yan etkiye sahip olmadığı kabul edilir. Ne de olsa müphem bir kimyasaldan çok, -doğal- bir besin desteği (gıda takviyesi)’dir.

Hayvan kaynaklı süngersi sığır ansefalopatisi, deli dana hastalığı bulaşımı veya ağır metal riski gibi riskler dile getirildiyse de, bu iddiaları doğrulayan herhangi bir kanıt ortaya konmuş değildir. Dişe değer en önemli sorun, -çok ta sık olmayan- alerjilerdir.

Masrafına katlanırsanız, önemli bir yan etkiyle karşılaşmadan aldığınız aminoasit (veya peptitler), belki kolajen ama en azından protein üretimi için işe yarayabilir. Ama buna değer mi, emin değilim.

Bir başka tereddüt de, ‘ilaç’ sayılmadıklarından, ilaçların tabi oldukları denetim ve kontrollerden muaf olmalarıdır.

 

Kolajeni korumak çok daha önemli…

Önlemek, her zaman tedaviden daha kolay, daha etkili ve daha ucuzdur.

Bana kalırsa, kolajeni dert edinen birinin, (hangi aşamada olursa olsun), -öncelikle- yapması gereken, sağlam kolajenlerini korumaktır.

Cildimizdeki kolajenin en büyük düşmanının güneş ışınları olduğunu biliyoruz. Güneş ışınlarına karşı önlem almak mümkündür. Dileyenler bu konuda yazdığım derlemeyi okuyabilirler.

Egzersiz genel sağlık için olduğu kadar, hareket sistemi için de çok faydalıdır. Ama ısınmadan zorlayıcı egzersizlerin yapılması, yeterince toparlanma imkânı tanımadan yapılan yoğun egzersiz gibi usulüne uygun yapılmayan egzersizler -kolajene de- zarar verebilir. Halk arasında ‘kireçlenme’ şeklinde ifade edilen, osteoartrit için vücut ağırlığının normalde tutulması, uyluk kaslarının (kuadriseps) güçlendirilmesi çok faydalıdır.

Genel kolajen sağlığı için ayrıca sigara gibi kimyasallara maruz kalmaktan, -hızla ve kolay emilen şekerler başta,- fazlaca karbonhidrat tüketiminden sakınmalı; -kronik) stres- ile baş etmeyi öğrenmeli ve uyku bozukluklarını gidermeye çalışmalıyız.  

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Doğrusu onbin adım mı?

B12 vitamini düzeyinin yüksekliğine sevinmeli miyiz? Yoksa…

Erken teşhiste kanser belirteçlerinin değeri