Uyku ve Sağlık 3: Ne kadar uykuya ihtiyacımız var?
Her yaşın uykusu farklı
Uyku ihtiyacı; yaşa, kişiden kişiye ve -iklim, hastalık
gibi- farklı koşullara göre değişir. Her ne kadar, farklı yaşlara göre ihtiyaç
tanımlamaları yapılmışsa da, bu değerlerin nesnelliği tartışmaya açıktır. Her
şeyden önce, yatakta kalma süresinin, uyku süresi demek olmadığını belirtmek
gerekir. Uyku süresi, yalnızca uykuyla geçirilen süreyi içermelidir. Kaldı ki,
uykunun kendisinden beklenen faydaları yerine getirme ve tatmin açısından her
uyku da bir değildir. Süre kadar uyku kalitesi de önemlidir.
İç saatin olgunlaşmasının (10-12. haftada başlayıp) 4 yılı bulması yüzünden, özellikle bebeklerin uykusu çok düzensizdir, fazlaca bölünür. Ayrıca bebeklikte REM ve NREM yarı yarıyayken, onlu yaşlarda %75-80 NREM, %20-25 REM dönemi halini alır ve pek az değişiklikle ömür boyu bu paylaşım sürer.
Anne karnındaki son 3 aydan başlayarak özellikle bebeklerde,
beyinde nöronlar arasında yoğun bağlantılar (‘sinaps’) oluşturularak, sayısız
potansiyel devre kullanıma hazır hale getirilir (‘synaptic formation’). Ama
zamanla (en çok ta ergenlikte) -verimlilik adına (kaynakları kullanılanlara
harcamak için)- -o zamana kadar- yeterince kullanılmayan bağlantılar budanır
(‘synaptic pruning’). Bağlantı oluşturmanın daha çok REM, budanmanınsa NREM
döneminde gerçekleştiği düşünülmektedir.
Ergenlikte -melatonin salgısında gecikmeye bağlı olarak- iç saat, fizyolojik olarak 1-3 saat kadar ileri kayar, yani ‘gece baykuşu’ dönüşümü yaşanır. Geç yatıp geç kalkmak, ergenin bir tercihi olmayıp -anlayışla karşılanması gereken- istem dışı ‘fizyolojik’ bir değişimdir. Onları erken kalmaya zorlamak uyku kaliteleriyle birlikte, beyin gelişimlerini de olumsuz etkileme riski taşır.
Kırklı yaşlardan başlayarak giderek uyuma zorluğu
yakınmaları artar. Ergenlerdekinin tersine, yaşlılarda iç saat 2 saat
kadar öne kayar. En çok da NREM (derin uyku) etkilenir. İç saat eskisi
kadar iyi çalışmamaya başlar, melatonin salgısı azalır. Uykuya dalma süresi
(sleep latency) hafifçe uzar, uykudan uyanıp bir süreliğine uyuyamama (wake
after sleep onset: WASO) ile uyku bölünmeleri yaşanır. Erken yatıp erken kalkma
eğilimi ortaya çıkar. Yaşlıların sık uyanmaları, özellikle işeme ihtiyaçları;
ortostatik hipotansiyon ve görme sorunlarının da katkısıyla düşmelere (ve altta
yatan kemik erimesinin katkısıyla) kırıklara neden olabilir. Yaşlandıkça daha
az uyunduğu doğrudur ama uykuya ihtiyacın azaldığı inancı yanlıştır!
Uyurken zaman algısı kaybolduğundan, ne kadar uyunduğuyla
ilgili tahminlerin yanlış olma ihtimali yüksektir. Hiç uyumadıklarını iddia
edenlerin uyku laboratuvarı incelemeleri onları tekzip eder.
Küresel uykusuzluk
Bir zamanlar acıkma, uyuma, dışkılama veya sevişme zamanına
bedenlerimiz karar verirdi. Artık saatler karar verir oldu. Modern yaşam tarzı
okul ve işyerinde geçireceğimiz saatleri dayatıyor. İster istemez sosyalleşmek,
eğlenmek gibi- kalan aktiviteleri uyanık kaldığımız diğer saatlere sıkıştırmaya
zorlanıyor, bunu da uykumuzdan çalarak yapmaya mecbur kalıyoruz. Büyük
kentlerde, uykumuza bir darbe de trafikten geliyor.
Endüstri döneminden bu yana, giderek, genelde hem daha az
uyuduğumuz, hem de uyku kalitemizin düştüğü kabul ediliyor. Bunda çağdaş
yaşamın dayattığı hayat tarzı kadar, gecelerimizi aydınlatan ışığın ve
bağımlısı olduğumuz ekranlarla mavi ışığın da payı vardır. Küresel obezite
salgınının yol açtığı kronik sağlık sorunları ve en başta ‘uyku apnesi’ bir
başka uyku bozucu etken olarak karşımıza çıkar.
Uykunun önemine uyanmak
İnsanın iradesiyle, uyku arzusunu dizginleyebileceğine
inanılır. Bunu bir ölçüde başarabildiğimiz doğrudur. Ama yeterince ayırdında
olmadığımız şey, uykunun, verdiği borçtan asla vaz geçmeyen (ve hemen tahsil
etmek isteyen) bir alacaklı olduğudur. Her uyku borcu –(telafilerde borç daha
derin uyunarak ödendiğinden) biraz daha kısa süreli olsa da- mutlaka ödenir.
Ancak sıklıkla yapıldığı gibi, iş veya eğitim yüzünden hafta
içi eksik uyku birikimlerinin, hafta sonu telafisi borcun ödenmesini
sağlamayabilir. Hatırlarsanız, yazının önceki kısımlarında edinilen bilgilerin
kalıcı belleğe taşınması ve pekiştirilmesinin, edinmenin ilk birkaç gününde
(özellikle ilk gün) gerçekleştiğini belirtmiştim. Gecikmiş bir ödeme, buna
imkân vermeyecektir!
Vurgulanması gereken bir başka şey, borcun illa büyük,
“saatlerce uykusuz kalmak” şeklinde olması gerekmediğidir. Uyku ihtiyacından
çalınan yalnızca birkaç dakikaların bile, birikerek büyük bedeller ödetmesi
mümkündür.
Uykumuzu alamadığımızda meydana gelen halsizlik, huzursuzluk,
sinirlilik, keyifsizlik hissini sanırım hemen herkes yaşamıştır. Bir sonraki
günün diürnal ritminin uyanıklığa zorlayan koşullarına rağmen uyku baskısı da
dikkat çekicidir. Daha fazla esner, içimiz geçer, şekerleme için fırsat
kollarız.
Biraz dikkatli olanlar konsantrasyon ve dikkat kaybının, öğrenme
güçlüğünün ve performans yitiminin farkına varabilirler. Ama çoğu kişi (ve çevresindeki
paydaşları), uyku kaybıyla şekillenmiş, (olduğundan düşük) performanslarını
kendi normlarıymış gibi kanıksar. Önemli bir bölümü ciddi sonuçlanan trafik
kazalarının gerisindeki uykusuzluk, bir suçlu olarak nadiren fark edilir. Pek çok trafik kazasının ve bun bağlı ölümlerin, -kişinin kendisinin bile farkında olmadığı- saniyeler süren 'mikro-uyku' sonucu gerçekleştiği düşünülmektedir. En kötüsü de, yıllar boyu (azar azar bile olsa) biriken uyku noksanlığının
ödettiği hastalık ve ölüm bedelinin; arada geçen süre çok fazla olduğu
ve suçlanabilecek daha somut şeyler öne çıktığından- fark edilemeyişidir.
Bu farkındalık eksikliği hemen her düzlemde karşımıza çıkar.
Uyku noksanlık ve/veya kalitesizliği yaşayanlar dışında, bireylerin bu yüzden
ödediği bedelden payını fazlasıyla alan kamu ve özel sektör yönetimlerinin
gündeminde de sorun yok gibidir! Doktorlar dahil, sağlık hizmet sunucularının
da konuya gerekli hassasiyeti gösterdikleri söylenemez!
Neyse ki, görüntüleme yöntemlerinin desteğiyle, özellikle
nörolojik bilimlerde son yıllarda yaşanan iyileşmelerin de katkısıyla, uyku hak
ettiği önemi görmeye başladı. Art arda uyku laboratuvarları ve uyku
merkezlerinin açılışına tanıklık ediyoruz. Tıp fakülteleri de, uykuya karşı
uykularından yavaş yavaş uyanıyor görünüyor. Ama bu çabalar, -genelde- henüz hekimlerin
de, uyku sorunlarının tetiklediği veya doğrudan sebep olduklarını sorgulamasına
ve gerektiğince gündemlerine almalarına yetebilmiş değil.
Sonraki Bölüm: Uyku ve Sağlık 4: Yetersiz uykusuzluğun bedeli, sandığımızdan çok daha fazladır
Yorumlar
Yorum Gönder