Hareketsizlik pek çok sağlık sorununu tetikleyebilir (2)
Bedenimiz trilyonlarca üyesiyle, -aralarında iş bölümü
yapmış- farklı doku ve organlardan oluşan bir hücreler topluluğudur.
İster istemez konumları ve işlevleri nedeniyle yıpranırlar,
onarımları veya yenilenmeleri gerekir. Pek farkında değiliz ama yaklaşık 7
yılda neredeyse bedenimizin bir başkasıyla değiştirilmemiş atomu kalmaz! Yani vücudumuzda
sıkı bir yıkım ve yapım faaliyeti vardır. Yenilenme vücudumuzun bazı
kısımlarında çok hızlı, bazısında yavaştır. Söz gelimi, kabaca mide ve bağırsak
örtüsü 3-4 gün, dil tat hücreleri 10 gün; kemik yıkım hücreleri (osteoklastlar)
2 hafta, deri örtümüz 4 hafta; düz kas hücreleri 2 ay, kemik yapım hücreleri
(osteoblastlar) 3 ay; yağ hücreleri 8 yıl, iskelet 10 yıl, kas hücreleri 10-15
yılda bir yenilenmiş olur.
Vücudumuzun her bir hücresi veya organının yaşamını
sürdürebilmesinin olmazsa olmazı enerji ihtiyacının karşılanmasıdır.
Besin bulmanın zor olduğu ortamlarda tasarlanan bedenimiz,
enerji açısından (mühendisleri kıskandıracak) yüksek verimlilikle çalışır. Aynı verimlilik -farklı amino asit, yağ
asidi, vitamin, mineral gibi- yapımda gerekli malzemeler için de söz konusudur.
An be an, vücudun farklı kısımlarının; gerek enerji, gerek yapı malzemeleri
ihtiyacı belirlenip, eldekiler buna göre paylaştırılır. Mesela istirahatte vücutta
dolaşan toplam kanın %20’sini alan iskelet kası, yoğun egzersiz sırasında
%70’inden fazlasını alabilir. Tabii ki, bunu alabilmesi için kalp (ve cilt)
dışındaki organların fedakârlık yapmaları gerekir.
Yani vücut “sabit ödeme” yapmaz. Sürekli değişen koşullara
göre ortaya çıkan “gerçek” ihtiyaç belirlenip, ona göre dağıtım yapılır.
***
Örneğimizden hareketin ihtiyacı ve dolayısıyla vücuttaki
dağıtımı çok değiştirdiğini ve iskelet kasının çok maliyetli olduğunu
anlıyoruz.
Nasıl ki, yoğun egzersizde iskelet kasları kayırılıyorsa,
hareketsizlikte de, tersine en büyük kaybı onlar yaşar. Hareketsizlik
ölçüsünde, -yenilenmesi için kas yıkımı sürdüğü halde- vücut “nasılsa ihtiyaç
yok” diyerek kaslara enerji ve yapı malzemesi göndermeyi keser. Böylelikle yapım
aksar ve kaslar incelmeye başlar (“atrofi”). Hiç hareket etmeyenlerde bu kayıp
haftada %12 gibi çok yüksek oranlara çıkabilmektedir.
İncelmeye paralel olarak kaslar güçsüzleşir. Kasların boyu
kısalır ve giderek sertleşir (“kontraktür”). Bunlar hareketsizliği daha da teşvik
eder ve bir tür kısır döngü ortaya çıkar. Doğal olarak vücudun duruşu
(“postür”) bozulur ve vücudun dengesinin sağlanması güçleşir.
Yapım-yıkım denge bozukluğu kemiklerde de karşımıza çıkar:
Kemik yıkımı -olağan seyrinde- sürdüğü halde, -hareketsizlik nedeniyle- yük
binmiyorsa, (ihtiyacın olmadığı kanaatiyle) vücut yapım için kaynak ayırmaz.
Kemiklerin -kalsiyum, fosfor, magnezyum- mineralleri ve sonuçta direnci azalır;
kemik erimesi hızlanır. Fazlaca hareketsiz kalan birinde omurgada haftalık
kemik yoğunluğu kaybı %1 dolayında saptanmıştır.
Kasları nedeniyle güçsüzleşen ve düşme riski artan kişinin
bu yüzden kırık riski de artar. Zaten ciddi kemik erimesi sorunu yaşayanlarda
(ciddi bir çarpma düşme olmaksızın) “kendiliğinden” kırıklar dahi ortaya
çıkabilir.
Hareketin ne kadar kan oburu olduğunu söylemiştim. Tabii ki,
kasların asıl peşinde olduğu şey, kanla taşınan enerji yani yakıt (yani yağ
asidi ve glikoz) ve oksijendir. Bu nedenle hareketsizlik kan dolaşımı ve
oksijen temininden sorumlu kalp ve akciğeri de etkiler. Kalp her bir atım
sırasında (ihtiyaç azaldığından) daha az kan pompalar. Uzun dönemde kalp kası
da incelir (ve güçsüzleşir). Akciğerin solunum kapasitesi azalır. Ciddi
hareketsizlikte soluk yolları daralır, hatta hava kesecikleri çökebilir
(“atalektazi”). Sonuçta kanda oksijen yoğunluğu azalıp karbondioksit yoğunluğu
artar. Vücut telafi için dakikadaki kalp atım sayısını artırır (nabız
hızlanır).
Normalde alt üyelerimizdeki (uyluk, bacak ve ayaktaki) kanın
kalbe geri dönmesinde, kilit unsurlardan biri, buralardaki kasların hareket
sırasında toplardamarları sıkıştırmasıdır. Hareketsizlik bu bölgedeki kanın
geri dönüşünü bozar, toplardamarlarda kan göllenir ve -varsa- varisler azar,
ödem oluşabilir. Kanın durgunluğu -özellikle baldırda- pıhtı oluşmasını ve
toplardamarların iltihaplanmasını (“tromboflebit”) tetikler. Basit bir hareket
bile pıhtının kalbe yönelmesine ve buradan da akciğerlere gidip damarları
tıkamasına (“akciğer embolisi”) neden olabilir. Bu, birden ölüme yol açabilecek
ölçüde ciddi bir durumdur.
Her şey gibi, kan da yer çekimine tabi olduğundan, bedenin
alt kısımlarına toplanmaya eğilimlidir. Buna karşılık gövdemizin en tepesindeki
beynimizin kansızlığa tahammülü yoktur. Özellikle yatan ya da oturan biri,
-birden- ayağa kalktığında, vücudumuzun üst kısımlarındaki damarlarda bulunan
alıcılar, beynin kansız kalmasını önleyen tepkiler üretir. Ne var ki, uzun
süren hareketsizlikte onlar da tembelleşir. Bu yüzden birden ayağa
kalkıldığında tansiyon düşer (“postüral/ortostatik hipotansiyon”), beyin bir an
kansız kalır. Bu da baş dönmesi, düşme ve bayılmaya neden olabilir.
Bir yandan hareketsizliğin kendisi, öte yandan kaslardaki
zayıflama, metabolizma hızını yavaşlatır. Hem bu, hem de eskisi kadar şekere
ihtiyaç duymamaları, iskelet kaslarındaki (şekerin hücreye girişini
destekleyen) insülin almaçlarının sayısını (“ekspresyonunu”) azaltır. Sonuç
kanda şeker seviyesinin yükselmesi; (eskiden “gizli şeker” denen) glikoz
tolerans bozukluğu ve (aşikâr) şeker hastalığını tetiklemesidir.
Hareketsizlik ve metabolizma hızındaki yavaşlamaya rağmen, aynı
şekilde beslenmeye devam etmek, (hatta daha da fazla yemek,) fazla enerjinin
yağ olarak depolanmasına; kanda trigliserit ve kötü (LDL) kolesterolün
artmasına neden olur.
Kaslardaki incelme ve kemik yoğunluğundaki azalma
-yağlanmaya rağmen- kilo artışını maskeleyebilir. Tartının değişmediğini
görmek, yersiz bir iyimserlik yaratır.
Hareketsizliğe eklenen kanda şeker ve kötü kan yağlarının
artışı, damar sertliği (“ateroskleroz”) sürecini olumsuz etkiler.
Olumsuzluklardan bağışıklık sistemi de payını alır: Sitokin
ve interlökin gibi bağışıklığı destekleyici maddelerin yapımı azalır.
Hareketsizliğin ayrıca kabızlığı teşvik etmesi, kan
yapımında azalmaya yol açması, özellikle fazlaca yatanlarda sıvı kaybı, kan
yoğunlaşması, böbrek taşı oluşumu ve mesanede idrar birikimine sebep olması da
mümkündür.
Saydığımız konularda zaten sıkıntı yaşayan; mesela kemik
erimesi (“osteoporoz”), şeker hastalığı, varis, damar sertliği (“ateroskleroz”)
gibi problemleri olanların hastalıklarının alevlenmesi sürpriz olmayacaktır.
Böylesi sorunlarla henüz tanışmamış olanlarsa, bu sorunlara davetiye
çıkaracaklardır.
Önceki bölüm: Virüs değil, hareketsizlik hasta edecek-1
"Evde kal" derken karşılaşılabilecek riskler konusunda aydınlatıcı bir yazı olmuş. Kendiside hekim olan Sağlık Bakanının bu konuya hiç değinmemesi düşündürücü. 3. bölümü sabırsızlıkla bekliyorum sevgili Ömer
YanıtlaSilben Yunus Üye
SilYunus'çuğum, çok teşekkürler. Umarım yararlı olur...
SilÇok faydalı bir paylaşım. Teşekkür ederimz.
YanıtlaSil