PROBİYOTİKLER-4: Bağırsak mikropları neye yarar?
Bağırsak mikropları güçlü sınır muhafızlarıdır
Çok yakın zamanlara kadar bağırsaklarımızdaki mikropların
bize, bizim de onlara çok fazla karışmadan yaşayıp gittiğimiz düşünülüyordu.
Artık bunun doğru olmadığını ve karşılıklı etkileştiğimizi biliyoruz.
***
Artıklarımızla beslediğimiz bağırsak mikroplarımız, her
şeyden önce, bağırsaklarımızı düşman (patojen) mikroplara karşı koruyan,
askerlerimiz gibidir. Bir önceki bölümde anlattığım, koruma tedbirlerine
rağmen, kalın bağırsağa ulaşabilen böylesi mikroplar, karşılarında bağırsak
florasını bulur.
Sümüksü tabakada, hatta bağırsak boşluğunda her bir yerleşim
alanının -tapulanmışçasına- sahibi vardır. Bu sahipler, -besinlerine ortak
olacak, yerlerine göz koyan- istilacılara karşı -ölümüne- savaşır.
Bakteriyofaj denen sayıları katrilyonları bulan -müttefik-
virüsler, yerleşik bağırsak bakterileri gibi sümüksü tabakanın (mukusun) sulu
kısmında, onlarla yan yana yaşar ve bölgenin muhafızlığını üstlenirler.
İstilacı bakterinin içine DNA’larını sokar, sürekli çoğalır ve sonunda onları
patlatıp öldürecek şekilde bir “faj fabrikasına” dönüştürürler. Anne sütünün on
kata kadar varabilen oranda bakteriyofaj artışı sağlaması, bu ittifaka verilen
önemin bir göstergesidir.
Bağırsak bakterilerinin kendilerinin de güçlü silahları
vardır. Hastalıkların tedavisinde kullandığımız çoğu antibiyotiğin mikropların
üretimi olduğunu biliyoruz. Hem ürettikleri antibiyotikler, hem de -onlar kadar
güçlü olmasa da- “bakteriyosin” denen çok sayıda bileşikle istilacılara karşı koyarlar.
Bağırsak
florasının zararlı mikroplara karşı koruması, onlarla doğrudan savaşmalarıyla
sınırlı değildir. Bitki liflerini mayalayarak sindirmeleri sırasında
oluşturdukları “kısa zincirli yağ asitleri (KZYA)” birçok yolla, bağırsak
bariyerini güçlendirir:
- · KZYA, bağırsak örtüsü hücrelerinin (epitel) besin ihtiyacının yaklaşık olarak üçte ikisini karşılar. Bu tedariğin bağırsak girintilerine (kript) erişim güçlüğü; buradakilerin erken ölüp (apoptoz), örtü hücrelerinin her 2-4 günde bir yenilenmesini, böylelikle sürekli yeni kalmalarını teşvik eder.
- · Örtü hücrelerinin saflarını sıklaştırmalarını ve -sümüksü- mukus üretiminin artışını destekleyerek zararlıların vücuda sızmalarını zorlaştırırlar.
- · Kalın bağırsağın asitlik derecesini yükseltmeleri (pH’ı düşürmeleri) de, zararlı mikroplarla savaşa bir başka destektir.
Bağırsağın mikropları, bedenin askerlerini hem dikkatli, hem hoşgörülü yapar
Bedenimizin, -kendi iç düzenini korumak için, deri ve mukoza
örtüsüyle dış dünyadan ayrıldığını ve onu bir torbaya benzetebileceğimizi
söylemiştim. Bu torbaya giriş-çıkışlar sıkı denetim altındadır.
Vücudun bağışıklıkla görevli hücreleri, henüz yaşamın
başlarındayken kendinden olanları (torba ahalisini) tanır; vücuda girmeye
yeltenen veya bunu başarabilen yabancılarla savaşır. Onu ev sakinlerini tanıyıp
yabancılara havlayan ve gerekirse ısırıp zararsız hale getiren bir köpeğe
benzetebiliriz.
Önceden de söylediğim gibi, sindirim kanalı, dışarıdan insan
vücuduna en fazla giriş yapılan yerdir. Bu nedenle burada bağışıklık sisteminin
rolü yaşamsaldır. Bağırsaklar, bedenimizdeki bağışıklık hücrelerinin sayıca en
fazla olduğu yerdir. Buradaki bazı hücreler (dendritik hücre), bağırsak
yüzeyinden mikroplarla temas sağlayarak onları değerlendirme yetkinliğindedir.
Önceki bölümde bağırsak bariyerini anlatmıştım. Bağırsak
florasının vücudu tehdit eden zararlı mikroplarla savaştığını da yazmıştım.
Bunlara rağmen bir tehdit gerçekleşirse, önce sınırda yani bağırsak örtüsünde
tesirsiz hale getirilmeye çalışılır. Başarılamaz ve vücuda giriş gerçekleşirse,
bu kez savaş beden içine taşınır.
Bağırsak mikropları, bedenle iş birliği yapıp, bazı faydalar
sağlayan “dostça” yaklaşımları nedeniyle, bağışıklık sistemini bir parça
uysallaştırır, görece hoşgörülü hale getirirler. Bunu, ev sakini olmasalar da,
henüz yavruyken ev sakinlerinin dost bellediklerine havlamamayı öğrenen köpeğe
benzetebiliriz.
Bağışıklık sisteminin gereğinden fazla cevval, aşırı
pimpirik olması da; fazlaca duyarsız kalıp yeterince tepki göstermemesi de
kötüdür. İlki sistemin, vücudun kendisine dahi saldırmasına (yani otoimmün hastalıklara),
ikincisi ise zararlı organizmaların vücuda sızıp zarar vermelerine (yani
enfeksiyonlara) sebep olur. Bu nedenledir ki, bağırsak mikropları her iki uca
karşı, makul denge hali açısından önemli bir rol üstlenir.
Mikropların sindirime katkısı, sandığımızın çok ötesindedir
Besinler temelde sindirim kanalının görece ön kısmında yer
alan ince bağırsaklarda sindirilip emildiklerinden, çoğunluğu kalın bağırsakta
yaşayan mikropların payına, sindirilip emilmeyenler düşer.
Bağırsak mikroplarının insanla işbirliği, -insanların onları
parçalayacak enzimler olmadığından-, -karbonhidrat yapısındaki- sindirilemeyen
bitki posalarını sindirmelerine dayalıdır. Biz insanların sindirime katkı
sağlayan enzim sayımız 30 kadarken, bağırsak mikroplarında bu sayı 6.000
kadardır. Tek bir mikrop (Bacteroides Thetaiotaomicron) dahi, 260 enzimle, bu
konuda bizden çok daha beceriklidir.
Mikroplar, posaları mayalandırarak (fermantasyonla)
sindirir; hem kendilerini besler, hem de (konakçı) insanın beslenmesine katkıda
bulunur.
Ortalama birinin günde aldığı toplam kalorinin onda biri
kadarının bu yolla sağlandığı düşünülmektedir. Söz konusu %10’luk katkı,
şişmanlığın çağımızın vebasına dönüştüğü günümüzde kulağa sevimsiz gelebilir.
Ama kıtlıkla karşılaşma şansı hayli yüksek kadim atalarımız için bu desteğin
değeri büyük olsa gerektir.
***
Mikropların sindirim katkısı -kalori açısından olmasa da-
günümüz insanı için de çok değerlidir.
Bitki liflerinin mayalanmasıyla bol miktarda “kısa zincirli
yağ asidi (KZYA: bütirat, propiyonat ve asetat) oluşur. Bu moleküller vücudun
işleyiş ve düzeninde gerçekten önemli roller üstlenirler.
KZYA’nin -bağırsağı örten epitelin beslenmesi, yenilenmesi
ve sıkılaştırılması; sümüksü tabakanın (mukusun) güçlendirilmesi ve asitliğin
artırımı gibi etkilerle- bağırsak bariyerini güçlendirdiğini yukarıda belirtmiştim.
Ama KZYA’nin tesiri bağırsakla sınırlı değildir. Bağırsaktan
emilip dolaşımla tüm vücuda yayılır. Pek çoğu -besinlerin öğütülüp oksijenle
usul usul yakıldığı değirmenlerde (“Krebs veya sitrik asit veya trikarboksilik
asit döngüsü”) sürece katılıp- enerjiye dönüşür.
Ama metabolizmaya tesiri, kalori sağlamanın çok ötesindedir.
İştahı azaltır, kolesterol üretimini baskılar, insülin duyarlığını artırır.
Bağışıklık sisteminin düzenlenmesine ve iltihap (“enflamasyon”) yanıtının
azalmasına, kanserli hücrelerin intiharına (“apoptoz”) tesiri önemlidir. Ayrıca
bağırsak hareketini uyarırlar.
***
Pek çok bitki kendilerine zarar verebilecek rakipler,
avcılar veya parazitler ile olumsuz çevre koşulları ve serbest radikallerin
sebep olduğu hasardan (oksidatif stres) kendilerini koruyabilmek için çeşitli
kimyasallar (fitokimyasal) üretir. Sayıları binleri bulan -ama yalnızca
onlarcasını tanıdığımız- bu kimyasallardan “polifenol” yapısındakiler, özellikle
de “flavonoidler”, insan sağlığına çok yönlü fayda sağlar. Birçoğu bizi
paslandıran (“oksidasyona” neden olan), bu yüzden de yaşlanma ve dejeneratif
hastalıklarda ciddi pay sahibi serbest radikallerle savaşımızı destekleyen
“antioksidan” özelliğindedir.
Bağırsak mikroplarımızın bizim sindiremediğimiz bitkileri
sindirmeleri, başta polifenoller olmak üzere, farklı fitokimyasalların
vücudumuza kazandırılmasını sağlar. Ancak farklı bitkilerin sindirimi için
farklı mikroplara ihtiyaç vardır. Sindirimi için belli bir mikrop türü veya alt
türünü gerektiren -sebze, meyve, tam tahıl, kabuklu kuruyemiş, bakliyat, yağlı
tohum şeklindeki- bitkilerden herhangi birinin tüketimi, söz konusu mikrobun
yokluğu veya eksikliği halinde, onlardan beklenen antioksidan faydanın gerçekleşmesini
önler. Bu yüzdendir ki, farklı kişiler, benzer beslenmeye farklı yanıt
verirler.
***
Bazı bağırsak bakterileri, bağırsağa salınan safranın
(birincil safra asitlerinden ikincil safra asitlerine) dönüşümünü sağlar. Bu
dönüşüm, safra salgı yönetimi kadar; konağın bağışıklık sistemine ve enerji
yönetimine de tesir eder.
***
İnsanın sindiremediği için bağırsak mikroplarına bıraktığı
tek artık, bitkisel kompleks karbonhidratlar olmayabilir. Bazen sindirilebilir
olmasına rağmen- işleme kapasitesini aşan tıka-basa bir öğün, iyi çiğnememe,
pişirilerek tüketilen bir besinin çiğ alınması, sindirim kanalından geçişin
hızlanması, sindirim enzimleri ve safranın herhangi bir sebepten yetersizliği
gibi farklı sebeplerle sindirilemeden kalın bağırsağa protein veya yağlar da
ulaşabilir. Olağanüstü enerji dönüştürme yeteneği olduğunu bildiğimiz farklı
mikroplar, bunları da mayalayarak sindirebilir.
Ancak bitki posalarının sindiriminden insanlar için daha çok
faydalı ürünler ortaya çıkarken, protein ve yağların -mayalanarak- sindirimiyle
oluşan bazı ürünlerin -genler ve hücreleri hasarlandırarak (ve kanseri
tetikleyerek)- zarar verme potansiyeli vardır.
Bazı bağırsak bakterilerinin, -et, süt ve yumurtadaki- bazı
proteinleri, -kolesterolün parçalanmasını yavaşlatan- bir maddeye
(trimetilamin-N-oksid: TMAO) dönüştürebildiği; bu maddenin de damar sertliğini
ve karaciğerde yağlanma riskini artırdığı bilinmektedir.
Normalde gıdayla alınan yağların pek azı kalın bağırsağa
ulaşır. Aşırı yağlı diyetle beslenmek, kalın bağırsağa daha fazla yağla
birlikte daha fazla safra asidinin erişmesine neden olur. Safra asitleri, bazı
bağırsak bakterilerine zarar verir ve bağırsakları zararlılara karşı koruyan
bariyeri zayıflatır.
Mikropların üretimleri, hayatımızı fazlasıyla etkiler
Bağırsak mikroplarıyla, birçok beden hücresi sürekli
iletişim halindedir. Bu temelde iki farklı yoldan gerçekleşir.
İlki sinir sistemi aracılığıyla iletişimdir: Bağırsak hayli
güçlü bir sinir sistemine sahiptir (enterik sinir sistemi). Olağan şartlarda
beyinle fazlaca istişare etmeden bağımsız çalışır. Gücü, önemi ve bağımsız
çalışabilme yetisi nedeniyle “ikinci beyin” nitelemesi yapılmıştır.
Aslında çok yetkin değerlendirmeler yapabilen güçlü alıcılar
sayesinde, çok geniş bağırsak yüzeyinden beyne fazlaca bilgi akar. Ama beyin,
ancak genel sağlığın tehdit altında olduğuna karar verirse veya duygu yoğunluğu
belli bir seviyenin üstüne çıktığında (savaş-kaç tepkisiyle) -bağırsağın farklı
işlevlerini hızlandırarak veya yavaşlatarak- müdahale eder. Bu sebeple,
bağırsakla beyin arasındaki haberleşmenin temel siniri olan vagusta bilgi
akışının %90’ı beyne, yalnızca %10’u bağırsağa doğrudur.
Bedenle bağırsak arasındaki iletişimin ikinci yolu, kan
dolaşımıyladır: Bağırsak mikroplarının ürettiği birçok madde, bağırsak
duvarından emilip vücudun dört bir yanına dağılır. Tersine, bedendeki bazı
maddeler de, ya bağırsak duvarını aşarak ya da safraya karışarak bağırsaktaki mikroplara
ulaşır.
***
Canlılar âleminde hücreler birbirleriyle sinyal molekülleri
denen farklı kimyasallar vasıtasıyla haberleşir. Bu, bir tür biyolojik
lisandır. Ama sinyal molekülünün üretilmesi yetmez, haberin adresine de ihtiyaç
vardır. Bunun için, -söz konusu- habere ihtiyaç duyan veya o haberle ilgilenen
hücrelerin özgün alıcılarının (reseptör) olması gerekir. Tıpkı anahtar-kilit
gibi, farklı kimyasallar, ancak o kimyasala uyan bir alıcıya bağlanıp, mesajını
iletebilir. Verilen mesaja göre, alıcı hücre faaliyetini düzenler.
Yeryüzündeki tüm canlıların, tek bir ortak atadan türemiş
olmasının da etkisiyle, pek çok canlı, ortak sinyal molekülleri ve ortak
reseptörlere sahiptir. Bu evrensel biyolojik lisan, insanlarla bağırsak
mikropları ilişkisine de yansır. Şaşılacak sayıda ortak molekül ve alıcıya sahiptirler.
Aynı molekül, ister bağırsaktan geçip, ister bir başka beden hücresinde üretilip
iletilmiş olsun, ilgili alıcıya bağlandığında, -kaynağına bakmaksızın- aynı
şekilde cevaba neden olur.
Canlıların söz konusu molekül ve alıcıları genler tarafından
şifrelenir. İnsanlarla mikroplar arasındaki gen benzerliğinin %38 oluşu, bu
ortaklığın boyutları hakkında fikir verebilir.
***
İnsan vücudunun işleyişini şu veya bu şekilde etkileyen
binlerce farklı metabolit vardır. Bunların en az yüzlercesi mikrop kaynaklı
veya mikroplarla ortaktır. Farklı bağırsak kaynaklı metabolitler; başta enerji
düzeni, iştah kontrolü, beden kompozisyonu ve yağ hücre farklılaşması olmak
üzere, bağışıklık sisteminin işleyişi, vücudun iltihap tepkisi (enflamasyon) ve
kanser oluşumu gibi farklı olaylara tesir eder.
Daha önce söz ettiğim KZYA ve TMAO mikroplarca üretilip
insanı etkileyen kimyasalların tipik örneğidir.
***
Mikropların üretip insana sundukları bir başka grup,
vitaminlerdir. Bağırsak mikropları; başta K ve B grubu vitaminler olmak üzere
çeşitli vitaminleri üretir ve insanın vitamin ihtiyacının karşılanmasına
katkıda bulunur. Bir çalışma günlük ihtiyacın B6 (piridoksin)’de
%86, B9 (folat)’ta %37, B3 (niasin)’de %27 kadarının
bağırsak bakterilerince karşılanabildiğini gösterdi. Ayrıca daha az miktarlarda
A, B1 (tiamin), B2 (riboflavin), B5
(pantotenik asit) vitaminlerini üretebilirler. K1 vitamini temelde
yeşil yapraklı sebzelerden alınmasına karşılık, K2 vitamini bağırsak
bakterileri (ve doğal probiyotik) kaynaklıdır.
Bağırsak mikroplarınca üretilen vitaminlerden biri de B12
(kobalamin)’dir. Ne var ki, B12 ince bağırsağın sonlarından
emildiğinden, (ince bağırsağın ilerisinde bulunan) kalın bağırsakta mikropların
ürettikleri B12’den insanların faydalanması mümkün değildir. Ayrıca
insanlar kadar, mikropların da -metabolizmaları ve gen regülasyonu için- B12’ye
ihtiyacı vardır. Bu nedenle destek olmak bir yana, ince bağırsakta -bazen
sayıları fazlaca artabilen (“bakteri aşırı çoğalması”) – mikroplar, B12
için konakçıyla rekabet ederken; kalın bağırsaktakiler ihtiyaçlarını, insanın
diyetle veya takviye şeklinde aldıkları, yeterince emilmeyen B12 ile
desteklerler.
***
İnsan bedeninde protein (özellikle de kas) üretimi için
gereken ve mutlaka dışarıdan alınması gereken -aminoasit dediğimiz- yapı
taşlarından üç tanesi (valin, lösin, izolösin) bağırsak mikropları tarafından
sağlanabilmektedir.
Canlılarda kimyasal tepkimelerin hızını ve verimliliğini
artıran enzimlerden bazıları bağırsak mikroplarınca üretilir ve bağırsaktan
insan kanına geçip tepkimelere tesir ederler.
Ama sinir sinyallerini ileten maddeler (“nörotransmittreler”)
ve hormonlar, mikroplar tarafından üretilip insanı etkileyenler arasında en
fazla ilgi duyulanlardır. Çünkü sayıları hayli fazla olan bu maddeler
(triptofan metabolitleri, GABA, NA, dopamin, ACH, serotonin…); insanın duygu,
düşünce ve davranışlarını değiştirebilmektedir. Kimileri, -etkilemek bir yana-
mikropların bu yolla insanları manipüle ettiğini ileri sürer.
Mikroplarımız, bizi
manipüle ediyor olabilir mi?
Bağırsak mikroplarının insanın davranışlarını yönlendirdiği,
besin tercihlerini etkileyebildikleri, ruh halini değiştirebildikleri gibi
iddialar, son yıllarda pek çok popüler bilim kitabına malzeme olmuştur. Daha
önce de belirttiğim gibi, artık bağırsak “ikinci beyin” şeklinde nitelenir
oldu.
Haklı olup olmadıkları tartışılabilir. Ama mikropların
canlıları manipüle edebildiklerine ilişkin sağlam kanıtlar ve çok sayıda örnek vardır!
Bunun en ilginçlerinden biri, gebelere bulaştığında düşük,
erken doğum ve bebekte doğumsal anomalilere yol açabilen toksoplazma adında bir
parazit ile ilgilidir. Bu parazit kedilerin bağırsağında yaşar ve yumurtaları
kedi dışkılarıyla su ve toprağa karışır. Buradan da -başta fareler- farklı
canlılara bulaşır ve onların kaslarına yerleşir. Kedinin parazitli fareyi
yemesi, parazitin üreme döngüsünün devamını sağlar. Normalde fareler, kedi
kokusu aldıkları bölgelerden uzaklaştıkları halde, bu paraziti almış olanlar,
kedi idrarının “buralarda uygun bir -cinsel- partner var!” mesajıyla, o bölgede
aranmaya başlar ve kolayca kedilere av olur. Bunun anlamı, parazitin fareleri
-üremelerini kolaylaştırarak- menfaatlerine hizmet edecek şekilde evrim
geçirdikleridir. İnsanlarda yapılan bir çalışmada toksoplazma taşıyıcılarının
(ki, ülkemizde sağlıklı görünen nüfusun üçte bir kadarını oluşturur) daha fazla
trafik kazası geçirdiği bildirildi. Belki, farelerdeki korkusuzluğa benzer
şekilde, toksoplazma insanların risk almasını teşvik ediyor olabilir. Farelerde
yapılan bir çalışmada -benzer şekilde- çapraz dışkı transferinin gözü karaları
uysal, uysalları gözü kara yaptığı saptandı.
Kuduz virüsü; bulaştığı köpek, tilki, yarasa gibi hayvanları
saldırganlaştırıp ısırıklarıyla başkalarına geçerek yayılma ihtimalini artırır.
Keza çoğu zararlı mikrop; yol açtıkları ishal, öksürük, aksırıkla; başka
bedenlerde yaşamlarını sürdürme ve çoğalma imkânı bulur.
Bir başka çarpıcı manipülasyon örneği, böcekler dünyasında
hayli yaygın bir mikroptur (Walbachia). Böcek yumurtalarıyla aktarılarak yeni
yavrularda soyunu sürdürebilen bu mikrop, -doğal olarak- dişileri kayırır ve
tam bir erkek düşmanıdır! Yaban arılarının dişilerden oluşmasını sağlayacak
biçimde eşeysiz üremesini teşvik eder. Tespih böceğinin erkeklerini dişiye
dönüştürür. Mavi ay kelebeğinin erkek embriyolarını öldürür. Hatta spermleri,
yalnız parazitli yumurtaları dölleyecek şekilde yönlendirir.
***
İnsanlarda da farklı bağırsak mikroplarının, kendi
ihtiyaçlarını gözetecek şekilde, ödül sistemi üstünden, -istediklerini yiyince
mutlu edip, yemediğimizde depresyona sokarak- beslenmemizi manipüle
edebildikleri iddia edilmiştir.
Bağırsak mikroplarının üretimine katkıda bulunduğu -%90’ı
bağırsak kaynaklı- serotonin ve -%50’si beyin, %50’si bağırsak kaynaklı-
dopamin bu bağlamda fazlaca tartışılmıştır. Bu ikilinin beynin ödül merkeziyle
bağlantısı, “mutluluğun bağırsaktan geçtiği” iddialarına neden olmuştur.
Mikroplarla ilişkisi bir yana, dopaminin canlılara ihtiyaç duyulanı bulma ve
başarma keyfini yaşattığı genelde kabul gören bir düşüncedir. Serotonin ise;
mikroplar için güvenilir besin, memeliler için yeme hakkı ve çiftleşme fırsatı,
insanlar için saygınlık gördüğü duygusunun deneyimlenmesine karşılık gelir.
Ancak bağırsak mikroplarına atfedilen söz konusu iddiaları
abartılı bulanlar da vardır. Bunların temel argümanı, bahsi geçen bağırsak
mikrobu kaynaklı kimyasalların çoğunun, bağırsak bariyerini aşıp vücuda
girseler de, kan-beyin bariyerini aşamayacaklarıdır. Buna karşılık iddia
sahipleri, bazı kimyasalların, beyne sinirler üstünden de tesir edebileceğini
söyleyerek karşılık verirler.
***
Bağırsak mikroplarının insanları yönlendirmesi konusundaki
tezlerin daha sağlam kanıtları için biraz daha beklemek gerekebilir. Ama bu
mikropların çeşitli ilaçların tesirini - olumlu veya olumsuz yönde-
değiştirdikleri saptanmıştır. Sıkça kullanılan ağrı kesici parasetamolün
etkinliğini azaltabilmeleri, yaklaşık her on kişiden birinde kalp ilacı
digoksinin tesirsiz hale getirilmesi, pek çok hastalıkta kullanılan
sulfasalazinin aktifleştirilmesi örnek olarak verilebilir.
Elbette tersi de söz konusudur: İnsanların kullandığı
-peynir ekmek gibi tüketilip, “mide koruyucu” şeklinde ünlenen- PPİ grubu mide
asit üretimini kısan ilaçlar, kolesterol düşürücü olarak kullanılan statin
grubu ve bazı antidepressanlar mikrobiyatayı -olumsuz- etkileyebilmektedir. Şeker
hastalığında kullanılan Metforminse florayı olumlu etkileyip KZYA (>bütirat)
üretimini artırabilmektedir.
Devam edecek. Bir sonraki bölüm: PROBİYOTİKLER-5: Bağırsak mikropları bazen de zarar verir.
Önceki bölümler:
Devam edecek. Bir sonraki bölüm: PROBİYOTİKLER-5: Bağırsak mikropları bazen de zarar verir.
Önceki bölümler:
Yorumlar
Yorum Gönder