PROBİYOTİKLER-6: Probiyotiklerin tıpta kullanılması
Hangi faydaları, hangi
mikrop veya mikrop grubu sağlayabilir?
Şimdiye kadar, genellikle -ayırt etmeksizin- “mikroplar”
şeklinde genel ifadeler kullandım. Oysa yalnızca bakterilerin ikibin civarında
türü (“species”) ve her bir türün de en az birkaç tane alt türü (“strain”)
vardır. Şayet biz sağlığımız için bağırsak mikroplarından faydalanmayı ve
zararlarından sakınmayı düşünüyorsak, hangilerinin yararlı, hangilerinin
zararlı olduğunu; daha da önemlisi, hangilerinin ne fayda sağladığını bilmek
zorundayız.
En başından, -şimdilik- bu konudaki bilgilerimizin çok sınırlı
olduğunu söylemeliyim. Yakın zamanlara kadar mikroplar kültür ortamlarında
üretmeye çalışılıyor ama çoğu için bu başarılamıyordu. Neyse ki, genetikteki
baş döndürücü ilerlemeler, genetik olarak tanımlanıp, daha doğru ayırt
edilmelerini sağladı. Şimdilerde yoğun bir biçimde, farklı coğrafyalarda,
farklı yaş ve cinsten, sağlıklı ve değişik sağlık sorunlarına sahip bireylerde
taramalar yapılıyor. Veriler henüz, iddialı şeyler söylemek için yetersiz.
(Meraklıları için, bu yıl yayımlanmış bir yayını salık verebilirim.)
***
Kabaca her mikrobun, şimdiye kadar dile getirdiğimiz
faydaların tümünü gerçekleştirmediği, buna karşılık aynı faydayı birden çok farklı
mikrobun sağlayabileceği söylenebilir. Yanal gen transferi dediğimiz bir
mekanizmayla, mikropların fayda sağlayan bir geni, ihtiyaç duyan başkalarına
verebildiğini unutmamak gerekiyor.
Fayda konusundaki en büyük güçlüklerden biri, seyrek
olmayarak, bir faydanın, birden çok mikrobun ortak çabasıyla ortaya çıkışıdır.
Bu ekmek oluşması için, çiftçiden değirmenciye, taşıyıcıdan fırıncıya kadar pek
çok kişinin katkı sağlaması gibidir. Milyonlarca yıldır yan yana yaşayan bağırsak
mikroplarının birinin ürettiği bir metaboliti, bir diğerinin kullanması (birinin
çıktısının, bir diğerine girdi olması) şeklinde sinerjiler geliştirmiş olmaları
çok tabiidir.
Bugüne kadarki araştırmalarda dikkat çeken bir husus;
otçul-etçil, şişman-fit, sağlıklı-hasta gibi karşılaştırmalı çalışmalarda; -belirli
tür veya alt türlerin öne çıkması yerine- bağırsak mikrop kompozisyonu ve
farklı şube ve cinsler arasındaki oranların anlamlı farklılıklar göstermesidir.
Bu, bir önceki paragrafta sözünü ettiğimiz sinerjinin aynı şubeden bakteriler
arasında daha kolay gerçekleşmesi veya belirli şubelerin bazı faydalar
konusunda uzmanlaşmış olmasından kaynaklanıyor olabilir.
***
Bağırsak
mikroplarına atfedilen bazı faydalar, hemen hemen tüm bakterilerce sağlanabilir.
Ama özel bazı faydaları, ancak az sayıda bakterinin sağlayabiliyor olması çok
doğaldır. Bu nedenle bir tür işlev piramidinden söz edilebilir:
- · Kısa zincirli yağ asidi (KZYA) üretimi ve ortamın asitleştirilmesi, bağırsak örtü (epitel) hücre yenilenmesinin teşviki, yabancı mikropların yerleşmelerinin önlenmesi ve zararlı (patojen) mikroplarla mücadele gibi “çekirdek” faydalara bağırsak mikroplarının çoğunun katkı sağladığı düşünülmektedir. Bu faydaları -cins veya türünden bağımsız- her probiyotiğin -az veya çok- sağlayabileceği söylenebilir.
- · Bağışıklığa yönelik (immünolojik), sinir sistemiyle ilgili (nörolojik), hormonlara ilişkin (endokrinolojik) -özel bazı- tesirlerin veya özgül bazı metabolitlerin ancak belirli tür (species), hatta alt türler (strain) tarafından gerçekleştirilebileceği kabul edilmektedir. Önceden de söylediğim gibi, şimdilik bu konudaki bilgilerimiz hayli sınırlı.
- · Bu ikisi arasında vitamin sentezi, safra tuzlarına tesir, enzim aktivitesinin değiştirilmesi, kanser yapıcıların (“karsinojenlerin”) zararsızlaştırılması gibi bir ara katman olduğu düşünülmektedir.
***
Kesin olan bir şey varsa, sürekli vurguladığım gibi, mikrop
çeşitliliği ne kadar fazlaysa, konağın sağlıklı olma ihtimalinin o ölçüde
artmasıdır. Bu beklenen bir sonuçtur. Çünkü daha büyük çeşitlilik, daha fazla
gen (“metagenom”) yani daha fazla yetenek seti demektir. Ayrıca çeşitlilik daha
fazla sinerji olasılığı ve -farklı mikroplar arası- daha yüksek “uyumlu denge”
ihtimali demektir.
Doğal mayalı içki ve
gıdalardan probiyotik kültürlere
Güncel bilim, mikroplara -fazlasıyla hak ettikleri-
itibarlarını teslim etti. Artık, mikropların çoğunun faydalı olduğu ve
sağlığımıza ciddi katkılar sağlayabilecekleri konusunda tam bir fikir birliği var.
Bu iyimserlik halka da yansıdı. Probiyotikler en popüler sağlık konularından
biri haline geldi.
***
Probiyotik kavramıyla yakın zamanlarda tanışmış olsak da, aslında
onlar binlerce yıldır hayatımızın içindeydiler. Mayalama, kökü binlerce yıl
geriye giden ve pek çok kültürde karşılaşılan kadim bir uygulamadır. Farklı
toplumlar, günümüzden binlerce yıl önce, mayalı içkilerle tanışmış; bitkilerin
sarhoş eden sıvılara -gizemli- dönüşümüne ilahî anlamlar yüklemişlerdi. Daha
sonra mayalı içkileri, başka mayalı yiyecek ve içecekler izledi. Ekmek, peynir,
yoğurt, tereyağı, turşu ve sirke yüzler ve binlerce yıldır üretilip
tüketilenlerden bazısıdır.
Bazı mikroplar, bağırsakta yaptıkları mayalama
(fermantasyon) işini, vücut dışında gerçekleştirip “mayalı gıdalar” oluşturur
ve doğal olarak da bu gıdalara “probiyotik” özelliği kazandırırlar. Mikropların
gıdalarla buluşması, -müdahale olmaksızın- kendiliğinden gerçekleşebilir veya
-maya şeklinde- gıdaya eklenmesi gerekir. İnsanlar gıdaya eklediklerinin mikrop
olduğunu bilmeseler de, mayalamayı binlerce yıldır biliyorlardı. On hatta yüz
yıllar boyu aynı mayayı kullanan ve bunu sır gibi saklayan gıda ve içki
şirketleri vardır.
Belirli bir probiyotik besinin (söz gelimi yoğurdun)
oluşumunda, illa aynı tür veya alttür mikropların kullanılma zarureti yoktur;
farklı mikroplar kullanılabilir. Bu yüzden, (farklı mikroplarla mayalandıkları
için) belirli bir mayalı besin (mesela yoğurt) farklı tat ve özelliklere sahip
olabilir; doğal olarak probiyotik değeri de farklılık gösterebilir.
Son yıllarda mayalama için, endüstrinin kültür ortamlarında
geliştirdiği mikroplar kullanılmaya başlanmış ve giderek artmaktadır.
Fermantasyonun gıdanın korunma ve dayanma süresini artırma,
raf ömrünü uzatma imkânı yanında besindeki zararlı unsurları azaltma veya yok
etme; gıdaların lezzetini, sindirilebilirliğini ve içeriğindeki vitamin ve
faydalı bileşiklerin yoğunluğunu artırma gibi ek faydaları vardır.
Başta yoğurt, kefir, kımız, ayran, peynir, çökelek, kurut,
tereyağı gibi mayalı süt ürünleri olmak üzere; turşu, sirke, nar ekşisi, şalgam
suyu, soya sosu, salamura zeytin, asma yaprağı, boza, tempeh, kimçi, spirulina,
bitter çikolata, bira mayası, ekşi mayalı ekmek, tarhana, sucuk, pastırma, kokoreç,
işkembe, şırdan, mumbar ile Kombu çayı, şıra, likör, şarap, saki ve bira gibi bazı
içecekler; probiyotik nitelik taşıyan gıdalardır.
Besinlerin -ekmekte veya işkembede olduğu gibi- pişirilmesi
veya kokoreçte olduğu gibi tütsülenmesi veya -çoğu şarap ve birada, soya sosu,
tempeh ve çikolatada olduğu gibi- işlenmesi yahut -pastörizasyon, süzme gibi
işlemler ile içindeki canlı mikroplar ölebilir ve/veya inaktif hale geçebilir.
Ama bu -o mikropların mayalanma sırasında oluşturduğu- - enzim, vitamin, mineral
gibi- metabolitlerin tahribi anlamına gelmeyebilir; mayalanmadan beklenen
faydayı sunmayı sürdürebilirler.
***
Mikropların faydalı olma potansiyelleri ortaya konup,
onlarca hastalığı önlediği ve tedavi ettiği, dahası psikolojimizi ve
kararlarımızı etkiledikleri, davranışlarımıza yön verebildikleri saptanınca,
son yıllarda “bağırsak mikroplarıyla daha mükemmel sağlık” trendi ortaya çıktı.
Endüstri, bu trendi paraya tahvil etmekte gecikmedi. Canlı
bağırsak mikropları, tek veya karışımlar halinde; ya kültür ortamlarında, ya da
dondurulup kurutuldu. Sonra da kapsül ve şase halinde- -probiyotik
olarak-piyasaya sunuldu. Her geçen gün piyasaya -çeşit ve miktar konusunda
birbiriyle yarışan- -gıda, gıda takviyesi, ilaç şeklinde- yeni yeni ürünler
sürülmeye devam ediyor.
Bu ürünlerin midenin güçlü asidine, ince bağırsakta safra ve
sindirim enzimlerine, kalın bağırsağın asitli ortamına dayanıp kalın bağırsağa
canlı ulaşabildikleri; enfeksiyona yol açmadıkları, üretim ve depolama
sırasında canlılıklarını koruyup etkinliklerini yitirmedikleri ve bir şeyler
için faydalı oldukları var sayılıyor.
Probiyotiklerin
hastalıkları önleme ve tedavide kullanılması
Bağırsak mikropları ve probiyotiklerin pek çok olumlu tesire
sahip olduğuna ilişkin bilgiler arttıkça, sağlık için kullanımı da giderek
arttı. Probiyotiklerle önleme ve tedavi çabasına konu olan hastalıkların uzun
bir listesi var ve liste büyümeye devam ediyor.
Probiyotik konusunda yayımlanan bilimsel makalelerin sayısı
-an itibariyle- 20 bini aştı. Ama probiyotik uygulanan popülasyonlar, uygulanan
mikrop türleri, birlikte prebiyotik kullanıp kullanmama, dozlar, süreler,
uygulama yolu gibi farklı parametreler hayli heterojen olduğundan, biriken
verilerden uzlaşılabilir kararlar çıkarmak güç görünüyor. Deyim yerindeyse
mevcut uygulamalar el yordamıyla yapılıyor gibidir.
Ama ilk ortaya çıkan verilerden ihtiyatla yaklaşmak gerekse
de, bazı sorunlarda probiyotik desteği işe yarar gibi görünmektedir.
Listenin başında farklı sebeplere bağlı ishaller vardır. Hem
önleyici, hem de tedavi edici olarak probiyotiklerin ishalin süresini ve dışkı
sayısını azalttığı konusundaki kanıtlar güçlüdür. Özellikle de bebek ve
çocukların kısa süreli (akut) ishallerinin süresinin azaltılmasında, çocuk ve
erişkinlerin antibiyotiklere bağlı ishallerinin önlenmesinde, çocuk ve erişkinlerin
Klostridyum difisil denen mikrobun neden olduğu ishallerinin önlenmesinde
faydalı oldukları konusunda fikir birliği var gibidir. Gıda zehirlenmeleri,
rotavirüs ve HİV virüslerinin neden olduğu ishaller, gezginci ishali, ışın
tedavisiyle gelişen ishalde de faydalı olabileceği bildirilmiştir.
Bağırsak mikroplarının bazı bağırsak sorunlarında faydalı
olması sürpriz değildir. Zamanından önce doğan (prematüre) bebeklerde görülen
ölümcül nekrotizan enterokolit riskini, anne sütündeki insan sütü
oligosakkaritler ile Bifidobacterium infantis ikilisinin- azalttığı genel kabul
görmektedir. İltihaplı (enflamatuar) bağırsak hastalığında, mikrop florasında
anlamlı değişiklikler saptanmış ve bu hastalık grubundan kolitis ülserozada ve
puşit nüksünü azaltmada faydalı olduğu bildirilmiştir. Sütteki laktozun parçalanamayıp
ağrı, şişkinlik ve ishale neden olduğu laktoz hassasiyeti (laktoz intoleransı)
sorununda -özellikle probiyotikten zengin yoğurtlar- sıklıkla yarar sağlar.
Toplumda sıkça görülen -ve hastaları hayli üzen- hassas (irritabl) bağırsak
sendromunda şişkinlik ve gazı azaltabildiği, erişkin kabızlığını
hafifletebildiği, bebeklerin ağlatan sancılarında (“kolik”) faydalı olduğu,
kalın bağırsak kanser riskini azaltabileceği iddia edilmiştir.
Bağışıklık sistemine tesirleri, probiyotiklerin alerjik
hastalıklarda sınanmasına neden oldu. Ayrıca multipl skleroz, romatoit artrit,
SLE gibi bağışıklık sisteminin kendi vücut yapılarına saldırısının katkısıyla
oluşan “otoimmün” hastalıklarda bağırsak mikrop yapısında anlamlı değişiklikler
saptandı. Ancak alerjik hastalıklarda kanıtlanmış fayda -şimdilik-, -annenin
gebelik ve emzirme döneminde probiyotik kullanması halinde- bebek egzeması
(“atopik dermatit”) ve besin alerjisinin önlenebildiğiyle sınırlıdır. Hijyende
aşırılığın astım ve alerjik rinit gibi alerjik hastalıklarda payı kabul
edilmekle birlikte, probiyotik tedavi bu hastalıklarda işe yarıyor gibi
görünmemektedir. Bazı tahıllardaki
glüten adlı proteine hassasiyet ve alerjiyle karakterli Çölyak hastalığında
probiyotik kullanımı -belirtilerde kısmî iyileşme bir yana bırakılırsa- anlamlı
fayda sağlamamıştır.
Probiyotikler farklı mikrop kaynaklı hastalıklarda
(enfeksiyonlarda) denenmiş ve bazılarında yararlı bulunmuştur. Yoğun bakım
hastalarında solunum cihazıyla (ventilatör) ilişkili zatürre (pnömoni) riskini
azaltma, bakteriyel vajinoziste antibiyotik etkinliğinin artışı, üst solunum
yolu ve mide-bağırsak enfeksiyonlarının sıklığında azalma bunlar arasındadır.
Ayrıca ağır hastalar ile bebek ve çocuklarda enfeksiyon riskini azaltabileceği,
vajinal kandidiyazisi önleyebileceği, helikobakter pilori tedavisinin başarı
şansını artırabileceği ileri sürülmüştür.
Depresyon, anksiete gibi bazı psikolojik sorunlarda bağırsak
mikroplarının da katkısı olabileceğine ve florada mikrop çeşit azlığının bebek
ve çocuklarda kaygı, otizm, İBS gibi “nörogelişimsel”; ileri yaşlarda
Parkinson, Alzheimer gibi “nörodejeneratif” hastalıkları teşvik ettiğine
ilişkin yayınlara rağmen, probiyotiklerin bu hastalıklara iyi gelebileceğini
gösteren yeterli veri yoktur.
Hayli ilginç tartışmalardan biri de günümüzün en önemli
sağlık sorunu olan metabolik hastalıklar ve kalp-damar sistemi hastalıklarıyla
bağırsak mikropları arasındaki ilişkidir. Şişmanlarda mikrop çeşitliliğinin
azaldığı, dağılım oranının bozulduğu ve genel olarak mikrop miktarının da
düştüğü saptandı. Çok sayıda deney ve araştırma, farelerde vücut ağırlığıyla
bağırsak bakterileri ilişkisini açıkça ortaya koydu. Bunlar arasında zayıf
farelerden şişman farelere ve şişman farelerden zayıf farelere bağırsak
mikropları nakledildiğinde, -aynı şekilde beslenmelerine rağmen-, vücut
ağırlıklarının (dışkısı nakledilenlerinkine paralel) değiştiğinin saptanması hayli dikkat çekicidir. Bu değişime
insüline hassasiyet seviyesinde yani şeker hastalığına yatkınlıkta değişimin de
eşlik ettiği görülmüştür. Hem fare, hem de insanlarda; zayıflatmaya yönelik mide
bay pas operasyonunda, kilo kaybına, yalnız midedeki küçülmenin değil, bağırsak
flora değişiminin de katkı sağladığı gösterildi ve operasyon geçiren farelerin
mikropları, şişman farelere verildiğinde zayıfladıkları saptandı. Ancak ne
yazık ki, insanlarda probiyotiklerle zayıflamaya ilişkin henüz sağlam bir veri
yoktur.
Bağırsak mikrop profilinde anlamlı değişikliklere ve anlamlı
fare deneylerine rağmen, İnsülin direnci, şeker hastalığı, karaciğer
yağlanması, kan yağı bozuklukları gibi metabolik sorunlarda ve bu sorunların
yol açtığı kalp ve damar hastalıklarında probiyotiklerin işe yaradığı iddiaları
şu anda yeterince güçlü kanıtlara sahip değildir.
Saydıklarımız dışında, probiyotiklerin diş çürükleri ve diş
eti hastalıklarında, böbrekte okzalat taşlarını azaltmada, kronik karaciğer
hastalığı ve karaciğer yetersizliğinin beyne yansımasında (hepatik
ansefalopatide) faydalı olduğunu bildiren yayınlar vardır.
Bok yemenin tıpçası:
Dışkı nakli
Bağırsak mikroplarının tıpta kullanım yollarından biri de
dışkı naklidir (fekal transplantasyon). Bir tür “bok yeme (koprofaji)”
uygulamasının, kulağa hiç te hoş gelmediğinin ve bahsinin geçmesinin bile
sevimsizliğinin farkındayım.
***
Oysa bize sevimsiz gelen koprofaji, doğada pek çok tür için,
yaşantılarının olağan bir unsurudur. Çoğu hayvanın, -doğada en bol bulunan
besin kaynağı olan- bitkileri sindirmede zorlandığını ve bu zorluğu mikropların
yardımıyla aştıklarını konuşmuştuk.
Tavşanlar bu zorluğu geceleri çıkardıkları katranımsı
dışkılarını (“cecotropes”) anüsten yalayıp ikinci kez işlemden geçirerek aşar.
Çünkü bitkileri sindirecek mikroplar kalın bağırsağın başındaki kesededirler
(çekum). Bu sindirilmiş besinlerin emilimi ince bağırsakta gerçekleştiğinden ya
bağırsakta geri gitmeli, ya da dışkı yutulmalıdır. Tavşanlar ikinci yolu
seçmişlerdir.
Fil, panda, koala ve su aygırı yavruları da -sindirim için
gerekli bakterileri sağlayabilmek amacıyla- -sütten katı gıdaya geçeceklerinde-
anneleri veya diğer hayvanların dışkısını yer. Benzer şekilde çoğu kemirgen
(fare, sıçan, hamster, Gine domuzu, çinçilya, ve çıplak köstebek faresi),
bağırsak bakterilerince üretilen B ve K vitamini ihtiyaçları için; bazı
primatlar (şempanze, goril…) tohumları sindirebilmek için kendi dışkılarını
yer. Köpekler de sıklıkla dışkı yer ama sebebin ne olduğu tam olarak
anlaşılamamıştır. Termitler de selülozu sindirebilen “protistleri”
birbirlerinin dışkısını yiyerek sağlar. Bazı sinek türleri ve bok böcekleri,
otçul hayvanların dışkılarındaki sindirilmemiş unsurların ziyan olmasını önler.
***
Bazı hastalıklara eşlik eden dışkı yeme insanlar için
“patolojik” ilan edilmiştir. Ama geleneksel Kore tıbbında pirinç şarabı, 6 yaş
çocuk dışkısı ve su karışımından elde edilen -fermante- dışkı şarabı (Ttongsul)
pek çok hastalık için yakın zamanlara kadar kullanılmıştır. Keza Bedevilerin
dizanteri hastalığı tedavisi için deve dışkısı kullandıkları bildirilmiştir.
Neyse ki, dışkı nakli için dışkı yemek gerekmemektedir.
Birinin dışkısı -daha doğrusu- dışkıdaki mikropları bir başkasına -bir sindirim
tüpü, lavman, kolonoskopi veya kapsül yutturma yoluyla- nakledilmektedir.
Bu uygulamanın alternatif tıbba mesafeli pek çok geleneksel
(konvansiyonel) merkez tarafından da gerçekleştirilmekte olduğunu
belirtmeliyim. Daha sağlıklı dışkı nakilleri için “dışkı bankaları”
kurulmuştur. En “uygun” mikrop örüntüsünün ne olduğu bilinmediğinden, şimdilik
daha çok sağlıklı görünen bireylerin dışkılarının yeğlendiğini not etmeliyim.
Şu anda bu tedavi yönteminin en gözde hedefi %90 dolayında
başarı oranıyla ilaçlardan çok daha tesirli olduğu belirlenen Klostridyum
difisil enfeksiyonlarıdır. Şimdi
iltihaplı bağırsak hastalığı, hassas bağırsak sendromu, obezite başta olmak
üzere yeni hedefler üstünde çalışmalar sürmektedir.
Probiyotik kullanmak
tümüyle risksiz değildir
Endüstri tarafından üretilip piyasaya sürülen
probiyotiklerin ve geleneksel tıp klinikleri tarafından nakil için hazırlanan
dışkıların genelde güvenilir oldukları söylenebilir. Ama tümüyle sorunsuz
oldukları söylenemez. Bizim “faydalı” olarak nitelendirdiğimiz mikropların,
bize “iyilik” yapmak gibi bir amaçlarının olmadığını, iyiliklerinin onların
çıkarlarının bizim çıkarlarımızla örtüşmesinden kaynaklandığını unutmamak
gerekir. Taraflar arasındaki denge bozulduğunda, onlar da zarar verebilir.
Bağışıklık sisteminin ciddi zaafa uğradığı hastalarda, ağır
kanserli, çoklu organ yetmezlikli veya ciddi beslenme bozukluğundaki gibi
düşkün hastalarda veya zamanından önce doğan bebeklerde, bağırsak bariyerini
aşıp vücuda sızabilir ve -bakteriyemi, sepsis, enfektif endokardit, bağırsak
nekrozu gibi- ölümcül sorunlara neden olabilirler.
Devam edecek. Bir sonraki bölüm: PROBİYOTİKLER-7: Probiyotik desteği almak ya da almamak, işte bütün mesele!
Önceki bölümler:
Yorumlar
Yorum Gönder